Türkiye artarak kanıyor/kararıyor. Baş sorumlu, Erdoğan: Tek adam olma hırsı, demokrasi düşmanlığı, ‘insan’ kavramına ulaşamamış zihin yapısı, tümüyle ‘piyasa’ya endeksli ahlak anlayışı ve bu sonuncusuyla doğrudan bağlantılı olarak her şeyi herkesle al takke ver külah ilişkileri içinde Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’nin külahına giydirerek çözebileceğine olan sonsuz inancı…

Ülkenin tek egemeni olabilmek için Kürtlerin de ‘cici baba’sı olmalıydı: “Kürt sorunu benim de sorunumdur” dedi, askerî operasyonları seyreltti ve 2007 genel seçimlerinde bunların nemasını aldı. 2009 yerel seçimleri öncesinde de kendince en büyük vuruşu yaptı: TRT Şeş’i açtı, Kürtçe hayır duasıyla; ayrıca din kardeşiydik de. Ancak bu defa, istediği sonuca ulaşamadı: DTP, yüze yakın belediyeyi kazandı.

Sivil siyaset alanının AKP’nin tekeline geçmesinin önündeki en büyük engel artık DTP’ydi. Birkaç mahallî karga Kürtler arasında şahinler-güvercinler şeklinde bir ayrışmadan söz etti; ki, bu aslında ‘wishfull thinking (temennisel akıl yürütme)’ adı altında nötr ve masummuş gibi gösterilen bir psikolojik savaş manevrası/siyasal manipülasyon girişimiydi. İşte, bu seçim sonrası süreçtedir ki ilk kitlevî KCK tutuklaması yapıldı: Elliye yakın DTP seçilmiş ve önde gelenine, elleri kelepçeli resmi geçit yaptırıldı şehrin göbeğinde, insanların gözüne gözüne, “bakın bunların kendilerine hayrı yok, sizin mi haklarınızı koruyabilecekler; gelin siz güvercin olup kucağımıza konun” mesajını vermek üzere. Bunun ardından da “güzel şeyler olacak” vaadiyle birlikte ‘açılım’ müjdesi geldi.

Kimlikler temelindeki her ‘açılım’, her kim ki açılıma konu ediliyor, kendisine özel önem gösteriliyor görünümü altında kendisinin tarih üreten beşerî bir özne olduğunu inkar edip incelenecek bir nesne konumuna indirgenmesine yönelik tam tamına oryantalist bir tezgahtır. Gerek Alevî, gerekse Roman ‘çalıştay’ ve açılımları da demokratik değer ve demokratikleştirici işlevleri açısından ancak ve ancak ‘Dünya Hayvanlar Günü’ veya ‘Dünya Kaybolan Bitkiler Haftası’ gibi düzenlemelerle kıyaslanabilecek hokkabazlıklar olup, insanlığı Aydınlanma’nın gerisine çekme gayreti içindeki Yeni Dünya Düzeni ile Aydınlanma yüzü görmemiş ilkellerin buluşma noktalarıdır. Somutlaştırmak üzere şunu da söyleyelim: ‘Alevî çalıştayı’na katılan veya böyle bir etkinliğe itiraz etmeyen her Alevî, aslında kendisinin kendi dışından tanımlanmasına izin vermiş bir ‘manevî müntehir’dir.

‘Açılım’ın doruk noktası Habur girişleri olur. Birileri alkışlar, “barış yolunda bir adım” diye; birileri ise tümden lanetler ‘terör örgütü’ne taviz veriliyor diye; oysa Habur, ne biri ne de öteki, ama Erdoğan’ı mutlak/tek egemen kılma yolunda kotarılmış alçakça bir tezgahtır. Her şeyden önce, DTP’yi bu sürecin dışında tutmak için her şey yapılmış, kendilerinin haberi sadece üç gün önce olmuştur. Amaç, bu partiyi hiç bir yaraya merhem olamaz konumuna düşürmek, bu arada “ne varsa Erdoğan’da var” mesajını vermektir. Ancak daha da önemlisi, Habur’da yargı, hukuk dışı bir kıyakçılığa alet edilmiştir (“liderin talimatı üzerine teslim oluyorum” diyene ‘etkin pişmanlık’ uygulaması) ki, bu istisnaî uygulamayı alkışlamak, buna karar veren Erdoğan’a yargıyı isterse kıyakçılık değil de şirretlik etmek üzere de kullanma vizesi vermiş olmak anlamına gelir: Habur’dan iki yıl sonra Beşir Atalay açıkça söyler, KCK operasyon ve davalarının doğrudan doğruya siyasal bir strateji doğrultusunda sürdürüldüğünü.

Kürt muhalefetinin siyaset alanından silinmesi Erdoğan’ın tek adamlık planları açısından o kadar önemlidir ki, Van depreminde insanlar enkaz altında can çekişirken bile BDP’li belediye iş göremesin diye ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Ancak Habur ‘şenlik’inin esas anlamını, Oslo görüşmelerinin ortaya çıkmasıyla anlarız: Habur ve Oslo barışçı bir çözüm için değil, Erdoğan diktatörlüğünün önünü açmak açısından DTP/BDP’yi devre dışı bırakıp etkisiz kılmak üzere kotarılmış bir kombinezonun ayaklarıdır.

Bu konuya devam edeceğiz; ama bu haftalık şunu söyleyip bitirelim: Sivil/silahsız siyaseti engelleyip/yasaklayıp cezalandırırken, elinde silah bulunanları muhatap almak, ister istemez silaha sarılmayı kural, silahı ne kadar etkili kullanabildiğini göstermeyi de pazarlık gücünü arttırmanın/pazarlık masasına kabul edilmenin yegane yolu haline getirir; ama, pazarlıkla barış olmaz.