Emel Kayın ‘İyilik ve Kötülük İçin Mekânlar"daki kısa öykülerinde iyilik ve kötülüğün iç içe olduğu bir dünyayı yazarken okurlarını kötülüğün yüzüne bakmaya zorluyor."

Her şey karşıtıyla var olur

SAİME BİRCAN SAK

Emel Kayın’ı öyküler, şiirler, denemeler, araştırma yazıları, belgesel metinlerle tanıyoruz. Yazarın 2008 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlanan ve 2013 yılında ikinci baskısı yapılan ‘Mekân Hikâyeleri’ adlı kitabı, zaman, kent, ev, insan odaklı kısa, deneysel, imgesel öykülerle okura ulaştı. 1990’lı yıllardan beri uğraştığı kısa öykü türünde ustalaştığını ‘İyilik ve Kötülük İçin Mekânlar’ adlı son kitabında da görüyoruz. Mekân-insan ilişkisinde korku duygusunu ele alan ‘Mekân Hikâyeleri’ kitabına karşılık ‘İyilik ve Kötülük İçin Mekânlar’ kitabı iyilik ve kötülüğün döngüsel ilişkisine odaklanıyor. İnsan ruhunun karanlık derinliklerine bakmanın yanı sıra mitoslara göndermeler ile Gotik unsurlar taşıyan bu kitap, ‘Ev-Oda’, ‘Kent-Sokak’, ‘Hücre-Kuyu’, ‘Yol-Yeryüzü’ olmak üzere dört bölümden oluşuyor.

Kitabın yazar tarafından çekilmiş kapak fotoğrafındaki yeşil çayır ve at doğa özlemini, manzaranın insansızlığı da kötülüğün insan kaynaklı olduğunu düşündürüyor. Kitabın başında “Öyle iyiydi ki yeryüzünde o derece iyiliğin olduğuna inanmak istemeyen insanların inşa ettikleri eğrilerin ortasında bıraktıkları doğru, küçük, kuytu, kötü bir aralıkta yaşıyordu” ve “Öyle kötüydü ki yeryüzünde o derece kötülüğün olduğuna inanmak istemeyen insanların inşa ettikleri doğruların ortasında bıraktıkları eğri, küçük, kuytu, iyi bir aralıkta yaşıyordu” (s.9) cümleleriyle karşılaşılan zıtlıklar ve iyiyle kötünün iç içeliği ilerleyen sayfalarda okuru derinlemesine düşündürüyor; sarsıyor; içe döndürüyor. Satırlar boyunca “küçük-büyük, dar-geniş, cennet cehennem, gece-gündüz, hep-hiç, düş-gerçek, kalabalık-yalnızlık” gibi zıtlıklarla kurulan yaklaşım, her şeyin karşıtıyla var olduğu tezini anımsatıyor.

İyilik ve kötülüğün döngüsel ilişkisi

Yazar, iyilik ve kötülüğün döngüsel ilişkisini anlatırken yineleme tekniğine başvuruyor. ‘Hücre’ öyküsünde hem ölüme direniş hem de hiçlik duygusu yinelemeyle veriliyor: “Işık yok. Ses yok. Hayat yok. Zaman yok. Ölüm yok. Ölüm, ölüm, ölüm, ölüm, ölüm, ölüm, ölüm yok!” (s.61). ‘Büyük Bir Kızgınlık İçin Üç Büyük Neden’ öyküsünde “Hiç konuşmuyorlardı ama bana durmadan ‘İyi ol’ diyorlardı” cümlesiyle başlayan paragrafta ‘İyi ol’ on yedi kez yineleniyor (s. 84). Sözcüklerin seçimi, yan yana, alt alta dizilişi de anlamlı. Uzun uzun anlatmıyor yazar, doğru ve keskin yinelemelere başvuruyor. Emel Kayın, mimarlık ve şiirle de uğraşmasının etkisiyle her sözcüğü yerli yerinde kullanıyor. Kitabın tümü bir mimari biçemin parçaları gibi. Yazarın iki kitabına birlikte bakıldığında özgün bir biçem görülebiliyor.

Kitapta, sözcüklerin seçilişi, dizilişi, konuların seçimi ve kurgulanışı, yazarın insana, doğaya, yere, zamana, yaşam ve ölüme, hak ve özgürlüğe bakışını yansıtıyor. ‘Kötü Bir Adam İçin Bir Ev’ öyküsünde kente, insanlığa kötülük eden bir adam için korkunç bir ev tasarlarken kendi kendisini de sorgulayan bir mimarla, ‘Ucube Bir Ölümden Ucube Bir Hayata Geçiş’ öyküsünde içimizdeki katille, ‘Ölümcül Bir Issızlıktan Geriye Kalan’ öyküsünde annesini öldüren bir oğulla, ‘Evin ve Kentin Kokmasına İlişkin Kısa Bir Görüşme’ öyküsünde yatalak yaşlıların unutulduğu bir kentle karşılaşıyoruz. Kötülükler saymakla bitmiyor.

her-sey-karsitiyla-var-olur-472652-1.

Mitostan hakikate

Yazar, mitolojiye ve masallara dair unsurları öykülerine bir mimar ustalığıyla yerleştiriyor. Öykülerde üç, yedi, dokuz gibi mitik sayıları içerik-biçim kapsamında kullanması, Adem ve Havva, Yedi Uyuyanlar gibi anlatılara örtük göndermeler yapması ya da ‘Kurt Postundan Bir Düş’, ‘Fillerin Gecesi’, ‘Paslı Ay’, ‘Ay İle Kuyu’, ‘Cehennem ve Ayna’ gibi öykülerde kurt, fil, paslı ay, kuyu, orman, ayna gibi mitik öğelerin etrafında büyülü bir dünya kurgulamasında olduğu gibi. ‘Adına Ev Denilen Bir Araf’ öyküsü, Jean Paul Sartre’ın “Cehennem, başkalarıdır” sözünü anımsatıyor: “Bembeyaz kalabalık, adam ve kadın bir kapı gıcırtısı duymayı boşuna beklediler. Adamın cennetinin kapısı açılmadı, kadının cehenneminin kapısı da. İkisi de adına ev denilen bir arafta öylece kalakaldılar.” (s.27) ‘Yedi Yüz Yetmiş Yediler Uykusu’ öyküsünde, barışın, kardeşliğin, farkındalığın önemi, yaslanılan mitosla birlikte derinlikli bir anlatım ve yazarın kısa öykü ile uzun yıllar uğraşmış olmasından kaynaklı bir ustalıkla veriliyor: “Önce yedisi sonra yetmiş yedisi daha sonra da yedi yüz yetmiş yedisi uyudu. Uyandıklarında uykuya daldıkları gölgeli mağaralarını çevreleyen yemyeşil ormanı kan gölüne dönmüş halde buldular.” (s.78)

‘İyilik ve Kötülük İçin Mekânlar’ kitabında çağın boğucu yaşantısı sergileniyor. Günümüz insanlarının maskelerle dolaşmaları ‘Ipıslak Bir Hırsızlığın Kentsel Çeşitlemesi’ öyküsünde “Kentte bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu yine de dışarıda dolaşanların yüzlerine su değmiyordu. Bütün yüzler su geçirmez maskelerle kaplanmıştı” cümleleriyle veriliyor (s.52). ‘Tozlu Zaman’ öyküsünde her şey birbirinin aynı: “İnsanlar aynılıklardan oluşan mekânın içinde öylesine aynı düşünüyorlardı ki birisi çıkıp başka bir söz söylemeye yeltenecek olsa korkuyla üzerine yürüyeceklerdi.” (s.46) Bu satırlar çağımız toplumunu ve öteki gerçeğini düşündürüyor. Yazar, “Yitik zamanın içinde koşanlar yılmadılar. Aramayı sürdürdüler. Zamanı, boğucu aynılıklarıyla yükselen binaların ardında, üst üste yığılmış eşyaların, tozun, yıkıntıların arasında bitkin buldular” (s.47) derken puslu ortamlardan çıkış yollarını da gösteriyor; umudu yanından ayırmıyor.

‘İyilik ve Kötülük İçin Mekânlar’ kitabı, yeryüzündeki hayatın bütünselliğine dikkat çekiyor. ‘Köylülerle Kentlilerin Ölümcül Aynılığı’ öyküsünde köyde doğup yaşamış bir adamın kente, kentte doğup yaşamış bir adamın da köye yaptıkları yolculukta birbirleriyle karşılaşmadan benzer şeyler görmeleri konu ediliyor. Gördüklerine dayanamayan köylü de kentli de bir süre sonra ölüyor ama kimse nedenini anlayamıyor. Peki biz anlıyor muyuz? ‘İyilik ve Kötülük İçin Mekânlar’ kitabı, iyilik ve kötülüğün döngüsel ilişkisini düşündürürken yaşamı nasıl sorgulayıp doğaya nasıl ulaşacağımız, zaman ve mekânı nasıl kavrayıp değişimi nasıl yakalayacağımız konusunda ipuçları veriyor.