“Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız” Beyazıt’ta iniyoruz. Meydan’a bakıyoruz, dünya çok değişmiş. Beyazıt Meydanı’nda kepçeler, çeşit çeşit iş makineleri kazı yapıyor: İstanbul Üniversitesi’nin tarihi kapısının hemen önünde, Darulfünun altgeçidi inşaatı… Meydanın çeşitli yerleri şantiye sahası diye çevrilerek halka kapanmış, kimi yerleri otopark olarak kullanılıyor.

Üniversiteye hazırlık, kapağında genelde İstanbul Üniversitesi’nin büyük kapısının fotoğrafı basılı test kitaplarında sürekli meydan muharebelerini sormalarıymış meğer. İstanbul Üniversitesi önündeki Beyazıt Meydanı artık uğrunda mücadele, muharebe edilmesi gereken bir meydana dönüştü. Mevcut mücadeleler için çıkılan meydanların kendisi bir mücadele sebebi artık.

Üniversitenin önündeki yükseltiye dozerler inip çıkıyor. Okul önündeki mermer merdivenleri söküp yerine tuğla döşeten inşaat firması ‘çalışmaya’ devam ediyor.

Meydanda devam eden Darülfünun altgeçidi inşaatının onaylı bir projesi yok.  Hakkında istanbul 1 No’lu yenileme alanları koruma kurulu suç duyurusunda bulunmuş, buna rağmen meydandaki inşaat devam ettirilmişti. Bu hukuksuzluk Hukuk Fakültesi’nin önünde gerçekleşiyor.

Yapılan inşaat çalışmalarında, lahit kapakları kepçelerle tahrip edilip açığa çıkan bir sarnıç da beton ve molozla kaplanmıştı. Nekropol özelliği taşıyan Beyazıt’a kazma kürek, dozer, kepçe ile girmişler. Kazmalar çalışmaya devam ediyor.

Hem tarihe, hem meydana çıkıp tarihe bir söz söyleyeceklere kastediyorlar.

Beyazıt Meydanı’nda bir çay içelim diye gitmişiz, meydan yerinde yok. Çay bahçeleri de kaldırılmış. Ne meydana çıkacak ayaklara, ne kafa kafaya verip edilecek bir çift kelama tahammülleri var…

Allahtan kuşlar uçabiliyor. Tek tük kalmış seyyar kuş yemcilerinden yem alıp kuşlara savuruyoruz. Şair Mustafa Kaya’nın deyimiyle, bir güvercin bir güvercine karışıyor…

İstanbul Üniversitesi’ni kazandığımda, sanmıştım ki, o büyük kapıdan girebileceğim. İletişim Fakültesi ana yerleşkenin dışında. Meğer ana binaya diğer fakültelerden öğrencilerin girmesi yemek saatleri dışında yasakmış. Başka okullardan öğrenciler, öğrenci kimliklerini gösterip girebiliyor ama biz kendi okulumuza giremiyoruz. E birbirimizle kolay kolay buluşmayalım tabii, faraza bir ortak söz söylemek için Beyazıt Meydanı’na çıkmaya karar veririz!

İstanbul Üniversitesi demişken söyleyelim; rektör, açık ara oyla seçilen Raşit Tükel olmalıdır.

Beyazıt çınar altına ilerliyoruz. Tarihi çınar altında yıllardır kendi şiir kitaplarını ve eski para, antika satan, uzun sakallarıyla müsemma şairimiz Hüseyin Avni Dede’yi ziyarete. Hüseyin Avni Dede, Beyazıt’ın simgelerinden. 5 yaşında ondan pul alarak pul koleksiyonu yapmaya başladım. Aradan 26 yıl geçti, hâlâ orda. O, pul ve eski paradan ziyade, şiir ve sohbet sunuyor. Tahminim, bütün hasılatını gelene geçene çay-kahve ısmarlayarak tüketiyor. Zaten seyyar çaycı, seyyarlığı bırakıp Hüseyin Avni’nin yanına park etmiş durumda. Hüseyin Avni Dede bu kez çok moralsiz. Zabıta bütün malına el koymuş. Şiir kitaplarına, eski paralarına, fotoğraflara… “Bir kısmını arabanın ön kısmına koydular, herhalde kendilerine seçecekler” deyip sürdürüyor: “Geri almak için gittim, bekledim bekledim, ‘mallar imhaya yollanacak’ dediler.”

Beyazıt’la özdeşleşmiş simge insanları, esnafı yıldırarak kaçırma politikası, şiir kitaplarını yaktıracak kadar gözlerini döndürmüş. Eskiden çınar altında çoğunlukla eski para, pul, antika satanlar olurdu. Şimdi genelde telefoncular kalmış. Şiir kitaplarımızı yakıp meydanlarımızı yıkıyorlar.

Beyazıt bizim, İstanbul bizim!