Her şey sermaye için sevgilim
Tarihi eserler hafıza kavramıyla derinden ilişkililer. Koparılıp getirildikleri topraklarla bağını unutamayan, köksüz yurtsuz insanlardan farksızmış gibi algılıyorum onları. Gülüşler, gözyaşları ve çığlıklar içinde bir şeyler anlatıyorlar.
Semiha Durak
Ne zaman Britanya Müzesi'ne gitsem, birbiriyle çelişen hisler; dinginlik ve gerginlik, aynı anda nüfuz ediyor ruhuma. Bu yirmi yıldır böyle. Londra’ya ilk ayak bastığım günlerde, elimde harita sokak sokak dolaştıktan sonra, müzenin karşımda beliren büyülü beyaz görüntüsüyle duyduğum o ‘kavuşma anı sıcaklığını’ hala hatırlıyorum. Ama içeri girdiğim anda omuzlarıma çöken o tuhaf ağırlık da hala orada. Başlangıçta anlam veremediğim bu tedirgin, tekinsiz ağırlığın nedenini birkaç yıl önce anladım. Yüzyıllardır burada, sanki sürgündeymiş gibi sıkışıp kalmış, hapsolmuş bronz heykellerin, mermer frizlerin, seramik kapların, insan kemikleri ve taş baltaların katmanlı dokularına sinen kokuları, sesleri, hikayeleri duyuyormuş meğer ruhum.
Tarihi eserler hafıza kavramıyla derinden ilişkililer. Koparılıp getrildikleri topraklarla bağını unutamayan, köksüz yurtsuz insanlardan farksızmış gibi algılıyorum onları. Gülüşler, gözyaşları ve çığlıklar içinde birşeyler anlatıyorlar. Bütün dünyayı, insanlığı kapsayabilen bu varoluşsal, toplumsal anlamın yanısıra biraz daha kişisel birşeylerin de gelip dokunduğunu farkettim son yıllarda. Bu dingin ama bir yandan huzursuz kavuşma hali yalnızca insanlığın değil, çocukluğumun da tarih öncesine taşıyor beni; çocukken yaptığım hapishane ziyaretlerine. Doğduğu toplumla bağı kesilmiş, hapsedilmiş insanları anımsatıyor bana buradaki eserler. Çocuk halimle anlayamadığım o karmaşık duygu, müzeye girer girmez omuzlarıma çöken o ağırlığa benziyor.
Bir halkın benzersiz kimliğinin özelliklerini yansıtan kültürel eserlerin yüzyıllardır merak ve ilgi uyandırdığı bir gerçek. Ama aynı zamanda, kasıtlı olarak ait oldukları topluluğu cezalandırmak veya bazen de yok etmek için hedef alındıklarını da unutmamak gerek. Antikçağ tarihçilerinden Polybius muzaffer ordulara seslenerek, “mağlup ettikleri insanların trajedisini kendi ülkelerinin bir süsü olarak kullanmayı bırakmaya” davet etmişti. Bundan tam iki bin yıl önce. Polybius’un yıllar sonra yeniden keşfedilen sözlerinin bugün bir anlam ifade etmediği ortada. Özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda sömürgeci ülkelerin keşifler, yağmalar, savaşlarla ele geçirdiği ya da Aydınlanma çağına geçişi sağlayan bilimsel çalışmalar adına topladığı eserler bugün bu ülkelerin ‘ulusal’ müze koleksiyonlarını oluşturuyor. Britanya Müzesi de bunlardan biri.
Müzenin en önemli ‘süslerinden’ ve de en tartışma yaratan eserlerinden olan Parthenon Tapınağı’na ait mermerler bu aralar yeniden gündemde. Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde olduğu yıllarda, dönemin büyükelçisi Lord Elgin tarafından padişah fermanı ile getirilip Britanya Müzesine satılan tapınak frizleri bu çıkarcı beyefendinin adıyla, Lord Elgin Mermerleri olarak da biliniyor.
Atina Akropolis’indeki Parthenon Tapınağı’ndan sökülüp 1800’lerin sonunda Londra’ya getirilen mermerlerin Yunanistan’a iade edileceği, bu konuyla ilgili bir süredir gizli görüşmelerin, kulislerin döndüğü haberi bir anda ülke gündemine düştü.
Konunun arkeoloji politikaları ve etiği, kültürel mirasın korunması, tarihi eserlerin iade yükümlülükleri gibi hem tarihi, hem de hukuki anlamda taşıdığı önem malum. Fakat haberlerde geçen “gizli” ve “kulis” sözcükleri, hikayede birşeylerin daha döndüğünü düşünmeme neden oldu. Yıllardır Parthenon frizlerinin Yunanistan’a iadesinin söz konusu olmadığını söyleyen Britanya Müzesi nasıl oldu da fikir değiştirdi? Kafamda “Neden şimdi?” sorusuyla, konu hakkındaki haberleri tararken karşıma çıkan o tanıdık ismi görünce küçük bir aydınlanma anı yaşadığımı söylemeliyim. Onu korkunç kemer sıkma politikaları ve Brexit referendumu sonrası Avrupa Birliği ile yaptığı görüşmelerden tanıyoruz. Evet, George Osborne’dan söz ediyorum. Bir süredir politika sahnesinde görülmeyen, sesi duyulmayan Osborne, Ekim 2021’den bu yana Britanya Müzesi’nde yönetimden sorumlu mütevelli heyetinin başkanı olarak görev yapıyor. Maliye Bakanı olarak çalıştığı yıllarda kamu harcamalarından yaptığı kesintilerden en çok etkilenen kurumlar arasında müzelerin de olduğu düşünülecek olursa bu göreve atanmış olması bir hayli garip geldi bana.
Basına sızan bilgiye göre, müzede göreve başladıktan kısa bir süre sonra, mermerlerin iadesi için Yunanistan hükümetiyle gizli görüşmelere başlamış. Hiç vakit kaybetmeden giriştiği, bu zamanı tersine çevirme halinin tarih bilinci ya da arkeoloji etiğiyle ilgili olduğuna inanmak isterdim. Ama yıllar önce Yunanistan’ın eski ekonomi bakanı Yanis Varoufakis’le yaptığı görüşmenin ardından hem onu hem de dönemin İşçi Partisi milletvekili Gordon Brown’ı kastederek alaycı bir tavırla “ikisi de mermerlerini kaybetmiş” dediğini hatırlıyorum. Ve Varoufakis’in hiç gecikmeyen yanıtını: “Biz mermerlerimizi kaybetmedik, bizden çaldılar.” Bir insanın ‘mermerlerini kaybetmiş olması’ deyimi onun delirmesi, saçmalaması anlamına geliyor. Parthenon mermerleri konusuna nasıl yaklaştığını bu tuhaf şakayla açıkça belli eden Osbourne’un Yunanistan’ın şimdiki başbakanı ile yaptığı kulislerde kültürel mirastan başka bir motivasyonun varlığını, arka planda bir takım çıkar ilişkileri olduğunu tahmin etmek güç değil. Konu basına yansıyınca, Osborne eserlerin uzun süreliğine Yunanistan’a gönderileceğini açıkladı. Ortalık şu an için biraz duruldu.
Britanya’nın Avrupa Birliği’nden yıkım denilecek düzeyde bir başarısızlıkla çıktığı ortada. Kimse mutlu değil. Referandumda “çıkalım” oyu kullanan balıkçılar ve çiftçiler kandırıldıklarını söylüyor. Halkın bir kısmı ekonomik krizin Rusya- Ukrayna savaşından kaynaklandığını düşünse de büyük çoğunluk Brexit’i sorumlu tutuyor. Ukrayna demişken, oradan da yine Osborne’ nun çıktığını söylemeliyim. Müzedeki görevinden önce danışmanlık yaptığı ve dünyanın en büyük yatırım şirketlerinden biri olan Blackrock şirketi, kısa bir süre önce Ukrayna başbakanı Zelensky ile Ukrayna’ inin yeniden inşa edilip yapılandırılması için bir anlaşma imzaladı. Aynı Blackrock, dünya çapındaki savaş ve çatışmalarda kullanılan silahları üreten ve pazarlayan şirketlerle birlikte çalışıyor, bu alandaki yatırımları teşvik ediyor. Yakıp yıkan sonra yeniden inşa eden güç ve para tanrıları gibiler. Osborne’ nun kurucusu olduğu ve başkanlığını yürüttüğü Northern Powerhouse şirketi de Ukrayna'ya "yardım" gönderen firmalardan biri. Rant, kar ve yolsuzluk kokuları, Osborne ve onun gibi muhafazakar, liberal arkadaşlarının geçtiği her yerden yükseliyor. ‘Mermerlerini kaybeden’ asıl onlar. İnsana dair güzel olan ne varsa bizden çalanlar da.
Avrupa Birliği ile yapılan Brexit görüşmelerinde uzlaşma sağlanmaya çalışılan ticari meselelere bakarsak, sözleşmelerin Britanya’nın istediği şekilde yapılabilmesi için Avrupa Birliği tarafından sunulan ön koşullardan birinin Parthenon mermerlerinin Yunanistan’a iadesi olduğu görülüyor. Osborne’nun Britanya Müzesi'ne atanmasını ve mermerlerin geri gönderilmesi için yaptığı kulisleri, onun karakteri, kariyeri ve ilişkileri çerçevesinde değerlendirince, arka planda kişisel çıkarların olduğu fikri gittikçe güçleniyor.
Bu açıdan bakınca George Osborne Lord Elgin’in bir replikası gibi görünüyor bana. Her ikisi için de insanın, tarihin, kültürel benlik ya da belleğin bir önemi yok. Varoluş nedenleri, amaçları, mottoları bir. Uzak yüzyıllardan birbirlerine seslendiklerini duyar gibi oluyorum: her şey sermaye için sevgilim.