Tezkere geçti, Habur önünde tatbikat yapan tanklar Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) karşı savaş pozisyonu aldı; Iraklı Kürtler referandumda oy vermeye başladılar, Erdoğan ABD’ye gitti geldi, Trump’la 50 dakika görüşüp Boing’e verilen 40 uçaklık siparişin imza törenine katıldı; gitmeden TEOG, üniversite sınavı falan demişti, TEOG kalktı; bunlardan önce bir de müfredat tartışmamız vardı…

Ve biz dışarı çıkmalarını beklerken bir kez daha yargıç karşısına çıktı Cumhuriyet’ten meslektaşlarımız! Dilerim dışarı da çıkmış olsunlar!

Her biri yazılası konular… Ancak, hafta sonu ODTÜ’den bir hocamla dertleştik biraz; o “müfredat…” dedi. Osmanlı’dan bu yana memleket nasıl kurtulur sorusunun cevabının hep “eğitim” olduğunu hatırlattı.

“Eğitimi kurtaramadık. Şimdilerde temel sorunumuz çocuklarımızı ‘bu eğitimden nasıl kurtarabiliriz’ oldu. Müfredat konusu bunun için çok önemli. Artık bir ‘seramız’ bile olamayacak” diye yazıklandı.

1970’lerin sonunda Tüm Öğretim üyeleri Derneği (TÜMÖD) ve ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği adına “yeni bir üniversiteler yasası” talebiyle zamanın Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur’la görüşmeye giderler. Etkili olsun diye heyete Cahit Arf da dahil edilir. (C. Arf’ı tanımayanlar internetten araştırabilir)

Cahit Hoca uzun uzun üniversitelerin özgür olması gerektiğini, bir kalıba sokmanın yanlışlığını anlatır. N. Uğur da ODTÜ’ye ayrıcalık tanınabileceği imasıyla, “Size de bir sera yaptırırız” der.

“Artık bir seramız bile olmayacak” dedi Hocam!

Bir kalıba sokulmayan özgür üniversite, tek tip bir nesil yetiştirmeyi değil öğrencilerin kendilerini bulmalarına ve gerçekleştirmelerine hizmet eden bir eğitim sistemi… O kadar uzağındayız ve öyle hızlı uzaklaşıyoruz ki bundan.

Yurtdışında okuyanın ajan, gazetecinin terörist olarak görüldüğü bir iklimde, ilkokul sıralarında tekbirle eğitime başlayarak “ilerliyoruz”.

Memleket böyle ilerlerken kaçan kaçana… İmkan ve fırsat bulan kaçıyor. Fırtınalı bir denizde gemi batarken canlarını kurtarma peşindeler sanki. Gemiden çoktan vazgeçildi de, can kurtarma derdinde çoğumuz.

Eğitimli gençlerimiz, akademisyenlik yolunun başındaki en parlak öğrencilerimiz bir yolunu bulup yurtdışına gitme peşinde.
Dün gazetelerde müjdeli bir haber vardı: “PERGE Antik Kenti’nden 60’lı yıllarda kaçırılan ve 2010’da İsviçre’de ele geçirildikten sonra 14 Eylül’de ait olduğu topraklara geri dönen Herakles Lahdi, Antalya Müzesi’nde düzenlenen törenle ziyarete açıldı.”

O lahit bir değer tabii, ya genç ve parlak beyinleri bu ülkenin? Fransız haber ajansı, geçenlerde Türkiye’deki eğitimli gençlerin ülkeyi terk ettiğini ve başka ülkelerde hayat kurmayı tercih ettiğini anlatan bir haber yayımladı. O haberde, adını açıklamaktan çekinen 28 yaşında biri; “Bir akademisyen olarak siyasi düşüncelerinizi bir kere bile dile getirmek Türkiye’de sizi tehlikeye atar. Böyle bir durumda Türkiye’de akademisyen olmak cesaret gerektirir” diyordu.

Akademisyen olmanın cesaret istediği üniversitelerimiz yeni öğretim yılına başlıyorlar. Geçen hafta da dünyanın önde gelen üniversitelerinden Stanford açıldı. Rektör, açılış konuşmasında; üniversitenin farklı milletler, ırklar, kimlikler, dinler, politik düşünce ve fikirlerden insanların bir arada olduğu bir yer olduğunu; gelişen bir akademik toplum olmanın yolunun fikirlerin özgürce yarışmasından geçtiğini; özellikle sizden farklı düşünenlere saygı göstermek gerektiğini; öğrencilerin şiddet ve nefret dolu dünyada buna karşı fikirlerin yaygınlaşması için çabalaması gerektiğini anlattı.

Meraklı olun ve yüreğinizi kıpırdatan fırsatların peşinden gidin; belli bir hedefe odaklansanız da yeni bilgi alanlarına ve keşif yollarına açık olun; spor, müzik yapın, edebiyat ve felsefe dersleri alın ki tezlerinizi daha sıkı savunabilesiniz, dedi.

Dünya vatandaşı olup dünyanın farklı yerlerinde toplum yararına işler yapmayı; kendi bedenlerine ve başkalarının bedenlerine saygı duyup cinsel şiddetten uzak durmayı; gerçek dostlar edinmeyi öğütledi.

Her şeyin başı eğitim, kimilerinin eğitimden anladığı da bu!