Yeni yollar çizmek için “Hayır” muhteşem bir başlangıç sözcüğüdür. Zaman “Hayır” demeyi başaranlarca ilerleyebildi, Tarih “Hayır” diyenlerce bir disipline kavuşabildi. “Hayır” demek, “Evet”ten daha fazla düşünme faaliyeti gerektirir, çünkü ret etmek üzerine kuruludur

Her şeyin “hayırlısı”

16 Nisan’a kadar “Hayır”la yatıp kalkacağız elbette. Gündelik yaşamımızda ne kadar sık kullandığımızı pek de fark etmediğimiz bu sözcük, ülkenin içine sokulduğu kaostan çıkış için artık daha anlamlı, daha kararlı, daha ısrarlı söylenmesi gereken bir sözcüğe dönüştü.

“Hayır”ın gündelik hayatta kullanımı hiç de kolay değil aslında. Olumsuz anlamlar yüklendiği için kullanmaktan kaçınır herkes. Bazen güven eksikliğinden, bazen nezaketten karşımızdakine kolayca diyemediğimiz zor bir sözcük olmasında içinde kesin bir ret barındırmış olmasının da etkisi var. “Hayır” mevcut yaygın kabule itiraz demek her şeyden önce. Dolayısıyla sorumluluğu daha da ağır.

“Evet” daha avantajlı birçok açıdan. Çünkü bir uyumluluk ifadesidir. “Evet”le beraber kabul edilen çok şey var. Planlama yapmak zahmetine de girmez kişi “Evet” demek için. Bir meydan okumama sözcüğü olduğu için de genellikle sevimli gelir “Evet” diyen. Egemenler gözünde özellikle.

“Hayır” öyle değil kesinlikle. Apaçık bir meydan okuma bu. Söyleyen her neye “Hayır” diyorsa zorluklarla karşılaşmaya da hazırlamıştır kendisini. “Hayır” sözcüğü, onu kullanana popülerlik kazandırmaz. Hele ülkemizin içinde bulunduğu andaki durumda haksızlığa, hukuksuzluğa, baskıya “Hayır” demek tüm bu olumsuzluklardan kaynaklanan tehlikeleri üzerine çekmek demektir. Ama yeni yollar çizmek için de “Hayır” muhteşem bir başlangıç sözcüğüdür. Zaman “Hayır” demeyi başaranlarca ilerleyebildi, tarih “Hayır” diyenlerce bir disipline kavuşabildi. “Hayır” demek, “Evet”ten daha fazla düşünme faaliyeti gerektirir, çünkü ret etmek üzerine kuruludur. “Hayır”, yeni bir eğilimin anahtarıdır, çürümüş olanın yerine yeniyi koyabilmek “Hayır”la mümkün. “Evet”in sarsıcı, dönüştürücü bir tarafı yoktur.

Bilim adamları her şeye “Evet” demedikleri için başardılar. Sanatta da değişim, güzellik “Hayır”la başladı.

Bir şeye “Hayır” demek zor olabilir. O “Hayır” denen şeyin karşısında kendimize “Evet” demiş oluyoruz aslında. “Hayır’”ı her açıdan mantıklı kılan bu. “Hayır” dememizi gerektiren her durumun karşısında kendimiz varız. Bu nedenle kendimize yönelik bir “Evet” saklıdır “Hayır”da. Kendine “Evet” demek istiyorsa kişi “Hayır” demekten korkmayacak, çekinmeyecektir.

“Hayır”ın karşısında kimler olur günlük hayatta? Karşısındakine zorla bir şey yaptırmaya çalışanlar. Sadece kendi gerekçelerinin doğruluğundan yola çıkarak karşısındakinden “Evet” almaya çalışanlar. Bunlar “Hayır”ı duyduklarında, kendilerine çekemedikleri herkese düşman olurlar. İlgi duyduğu kadından “Hayır” cevabını alan bir erkek, müdürünün her isteğine hayır diyen memur, normali reddetmiş sayılırlar genellikle. Düşünün şiddeti üzerine çeken sözcük hangisidir? “Evet” dendiğinde mi şiddetin hedefi olur kişi “Hayır” dediğinde mi. Duruma göre farklılık gösterse de “Hayır” şiddeti, tepkiyi doğuran bir yanıttır. Demek ki “Hayır”da oyunbozan bir içerik var.

Şimdi referandumda “Hayır” diyecek olan muhafazakar kurumlar, yapılar ilerleme sevdasından mı “Hayır” diyecekler peki? Elbette değil, onların “Hayır”ında mezhepsel, ideolojik ayrımlar gerekçe çoğunlukla.

“Hayır kelimesinin kökeni yabancımız değil. Arapça “iyilik” anlamına gelen “ hayr”dan türeme. Olumsuz yanıtın iletilmesinde kibarlık gözetildiği için, “reddetmekte “hayr” var” vurgusu yapıldığından sözcük zamanla tek heceli olarak kullanmaya başlandı. Zamanla “Hayır”a dönüştü haliyle.

Büyük “Hayır”cılar
Hıristiyan din ulusu Martin Luther’i bir “Hayır”cı olarak değerlendirebiliriz. Dönemine göre ileri bir çıkış kabul ediliyor bu tutumu çünkü. Papalık’ı protesto amacıyla yazdığı ünlü bildiriyi, yaşadığı kentteki kilisenin kapısına asmakla, genel olarak dinler, özel olarak da Hıristiyanlık tarihindeki en büyük kapışmayı başlatmış oldu.

Martin Luther, bu bildiriyi hazırlayıncaya kadar bir hayli mücadele vermiştir elbette ama; kıvılcımı çakmak için gerek duyduğu eylem, kilise kapısındaki bu bildirili “protesto”dur. Papalık’a kafa tutulacak en iyi yer, elbette küçük bir kasabada da olsa, nihayetinde bir Papalık kurumu olan kilise olmalıydı çünkü. “Hayır” için en uygun yer.

Bu protesto, bir meydanda nutuk atmak ya da kalabalıklara bildiri dağıtmak da olabilirdi. Ama protesto, küçük çaplı bir meydan okumadır. Bu meydan okumanın mekanla da en azından sembolik de olsa, bir ilgisi olmalıdır.
Söz konusu bildiri, krallıktan bile daha önemli kabul edilen kilisenin kapısına asılmıştır bu yüzden. Nerede “Hayır” deneceğini göstermek açısından elbette çok anlamlı bizim için de.

Martin Luther, Hıristiyan dünyadaki tüm olumsuzluğun kaynağı olarak gördüğü Katolik Papalık’ı protestoya elbette küçük bir kasaba kilisesinden başlayacaktı. Kasaba kilisesi deyip geçmeyin. Bu yerel kiliselerin bulundukları yerdeki tüm zenginlikleri nasıl kendilerine çektiklerini, böylelikle nasıl muhteşem binalar olduklarını görerek de toplum yaşamında ne tür bir “egemenlik” kurduklarını anlayabilirsiniz. En yoksul semtteki bir kilise binasının bile, çevre binalardan ne kadar sağlam yapıldığını fark etmek, iman sahiplerinin tüm maddi birikimlerinin buralara akıtıldığını da anlamak demektir. Çıkar amaçlı bir kurum haline döndüğünü iddia ettiği kiliseye bildiri asmayacaktı da nereye asacaktı Luther?

Brian Haw’ı unutmak mümkün mü?
Tam on yıl boyunca boyunca İngiltere parlamentosunun önünde kurduğu çadırda ülkesinin savaşçı politikalarına karşı protestoda bulunan, ölümüne yol açan hastalığı boyunca o çadırda yaz kış yaşayan Brian Haw da büyük bir “Hayır”cıydı. Brian Haw’ın, eylem için seçtiği mekan doğruydu. Değil mi ki savaş kararı o parlamentodan çıkmıştır, o halde protesto orada sürdürülmeliydi. Hayır’ı ytıllarca orada sürdürdü Haw.

Brian’ın eylemi 2003 Mayıs’ında parlamentoda tartışma konusu da olmuştu. Bazı milletvekilleri, “Barışsever, savaş karşıtı pankartların arkasında teröristlerin saklandıkları” yolunda vecizeler yumurtladılar. Aynı yıl, savaş karşıtı protestoya katılan 2 milyon yürüyüşçünün “terörist” ya da “terör yandaşı” olduğunu ima etmekti bu. Oysa, parlamento binası önünde eylem yapan, şapkasındaki sloganlardan biri de “Müslüman komşularımı koruyun” olan Brian Haw, bir insansever olarak orada bulunuyor.du. IŞİD’in kurucusu Ebu Musap el Zerkavi’yi, El Kaide’nin kurucusu Bin Ladin’i eğitenlerin kimler olduğunu bildiği için de oradaydı

Dünyanın, ülkenin, semtin herhangi bir yerin birer protesto mekanı olabileceği, çoğunlukla da olduğu bilinmedik değil. Ama Brian’ın eyleminin mekanla doğrudan bir ilgisi olmak zorundadır. Brian bu eylemi bir pazar yerinde yapmış olsaydı da soyluluğundan bir şey yitirmezdi ama parlamento binasının önünde olmasının bambaşka bir anlamı vardı. Ayrıca Haw, parlamento binasının önünde sadece bir “karşıtlığı” değil, bir “protesto hakkı”nı da savunuyordu çünkü.

Şu büyük kampanyalar
Bunlar aslında “Hayır” üzerine kurulu büyük itiraz hareketleri. Uluslararası Af Örgütü’nün 2000 yılında yirmiden fazla ülkede başlattığı “İşkenceye Karşı Bir Adım At!” kampanyası bunlardan biriydi. Af Örgütü daha önce ilki 1972’de, ikincisi 1984’de olmak üzere iki kez uluslararası düzeyde işkenceye karşı kampanya yürütmüş ve olumlu sonuçlar elde etmişti. 2000’de başlattığı kampanya ile işkence konusunda verilen mücadeleye uluslararası bir destek sağlamayı da başarmıştı.

Kara Mayınlarının Yasaklanması İçin Uluslararası Kampanya da 1992 altı sivil toplum kuruluşu tarafından başlatıldığında büyük destek gördü. Kampanyanın kökenleri tekil kampanyalara dayanıyor. Bunlardan ilki “Korkaklığın Savaşı: Kamboçya’da Kara Mayınları” başlıklı çalışmaydı. İkincisi Amerika Vietnam Gazileri Vakfı ve Uluslararası Mediko’nun 1991’de kara mayınlarının yasaklanması için başlattığı kampanya izledi. Bunların hepsi bir itiraz, ret kampanyasıydı. Yani “Hayır”.

Arjantin tarihinin “kirli savaş” olarak adlandırılan 1976– 1983 yılları arasında katledilenlerin annelerinin 1977’de bir grup anne ve büyükanne ile birlikte hükümet binası önünde bulunan Plaza de Mayo’da (Mayıs Meydanı) bir araya geldiler. Oğullarının, kızlarının kaybolmasını kabul etmeye “Hayır” demekti bu. Yıllardır sürüyor günümüzde de.

Hayır sadece insan hakları ihlallerinde kullanılan bir kavram değil. Çevre için de itirazlarımızı “hayır”la gösterdik hep. Greenpeace’in Brent Spar kampanyası bunlardan biriydi. Shell şirketine bağlı olarak çalışan, Kuzey Denizi’ne demirlemiş bir petrol platformuydu bu. 1990’lı yıllara gelindiğinde platformun petrol üretimi yavaşladı ve batırılması gündeme geldi. Greenpeace platformları batırmanın çevreye zarar vereceğini söyledi. Shell platformu batırma kararında ısrar edince kampanya başladı. Greenpeace’in Shell’e “Hayır”ı bu olmuştu.

16 Nisan’da bizim itirazlarımız “Hayır”la olacak. “Evet’in içerdiği tüm kabullere, geleceğimiz için “Hayır” diyeceğiz. “Hayır” demek kendimiz, ülkemiz, sevdiklerimiz için “Evet” demek olacak aslında. Egemenin baskısına, tek adamlığa “Hayır” demek, topluma ve insana zararlı olanın karşısındaki her çıkışa “Evet” demektir.

her-seyin-hayirlisi-244845-1.
(Arjantin Plaza de Mayo Anneleri)