Her şeyin mizahı yapılır mı?

Serhat Halis

“Her şeyin mizahı yapılır mı” gibi bir cümle; kuşkusuz etik bir soru/n olarak karşımıza çıkıyor. Mizahın, “gülmece” demek olan anlamı ve “eğlence” unsuru olduğu gerçeği göz önüne alındığında; bu sorunun aynı zamanda politika dünyasına içkin toplumsal bir mefhum olduğu da görülür.

Postmodern düşünce ve neo-liberal politikalar, son yarım asırda, insanların “yapabilecekleri” ya da “yapmaları gerekenler” konusunda süregelen kalıpları ve çerçeveleri kaldırdı, sınırsız bir hareket alanı yarattı. Bu sınırsızlık içinde, toplumsal yaşama dair etik çerçeveler de silikleşti.

“Her şeyin mizahı yapılabilir” ya da “yapılabilmeli” gibi bir önerme de tam da bu noktada yaygınlık kazanan bir söyleme dönüştü. Zira sınırları belirli hiçbir çerçevenin kabul görmediği, hatta “tu kaka edildiği” bir dünyanın kapıları açılmıştı artık.

Burada “her şey”; müphem, muğlak, sınırları belirsiz, çerçevesi silik bir kavram. Bu bağlamda mizahı yapılabilecek olanın sınırsızlığından bahsedilebilir mi? Mesela bir bebeğin trajik ölümünün mizahı yapılabilir mi? Cevap “hayır” ise; bu, “her şeyin mizahı yapılamaz” demektir. Böylelikle “her şeyin mizahı yapılabilir” diyen teori, bir anda anlamsız bir retoriğe dönüşüyor burada.

Bir bebeğin trajik ölümünün mizahı yapılamıyorsa; bu, hayatta bazı olay ve olgular, üzerine mizah yapılamayacak, kendisiyle dalga geçilemeyecek karaktere sahiptir demektir. Ezcümle; hayatta bazı şeylerin mizahı yapılamaz.

Burada insanın toplumsal yaşamın dizaynı için geliştirdiği “erdem” “etik” gibi insanlık tarihinden damınıp gelmiş bazı değerler belirleyici bir unsur olarak açığa çıkar.

“Etik”, “erdem” ve “bazı şeyler” dediğimiz andan itibaren ise öznel bir çerçeve çizmiş, farazi ve kişilere göre değişen bir olgudan bahsetmiş oluyoruz. Evet her değerlendirme gibi bu değerlendirme de elbet öznel olacaktır; tıpkı “her şeyin mizahı yapılabilir” önermesinde olduğu gibi. Bu iki belirleme de özneldir; ancak bunların “doğruluğunu” belirleyecek ölçüt hayat karşısındaki konumlarıdır. Hayat, her şeyden önce komplike ve bütünlüklü bir yapı olarak yeşerir.

Bir bütünü oluşturan tüm parçalar göz önünde tutulmadan, gerçek anlaşılamaz. Bu, “her şeyin mizahı yapılabilir” önermesindeki parça bütün diyalektiği için de geçerlidir.

Bir anti propaganda aracı: mizah

Burada sola yönelik mizah da belirli bir bağlam içerisinde anlam kazanıyor ve bir bütünü oluşturan parçalardan birini temsil ediyor. Bu haliyle gerçeği anlayabilmek için bütünün diğer parçalarına bakmak gerekiyor.

ABD ve kapitalist merkezeler, Sovyetlere ve komünizme karşı kara propagandayı, “Hollywood sineması” gibi aygıtlar üzerinden sinema vb aygıtları kullanarak gerçekleştirdi. Bu sinemada komünizme karşı geliştirilen “kara propaganda”, komünizmi aşağılamak ve komünizmle dalga geçmek üzerine bina edilmişti. Bunun en iyi yolu ise, komünist bireyi küçük düşürmek, onu aptal bir kişi olarak göstermekten geçiyordu. Hatta sert gerçekçi olduğu iddia edilen filmlerde bile Sovyet karakterleri nobran, aptal bir öğe olarak sunuldu.

Tüm o “soğuk savaş” boyunca; Sovyetler ve komünist kişi, batı sinemasında yer edinmiş bir tipe dönüşmüştü ve bu tip alay edilmeye açık, aşağılanan bir profili ifade ediyordu.

Sovyetlerin çözülüşüyle ise bu olgu tüm dünyaya yayıldı ve “her şeyin mizahı yapılır” ya da “ofansif mizah” gibi yeni kavramlarla, kapitalist hegemonyanın karşısındaki hemen her grup için bu aşağılama “meşruiyet” kazandı. Ezilenlerle dalga geçmek, “yeni normal” olarak dayatıldı.

Mizah aşağılamadan mı ibarettir?

Bugün özellikle neo-liberalizmin etkisi altındaki Türkiye gibi çeşitli kompleksleri ve çok kıymetli olduğu sanrılarıyla yetiştirilmiş bireylerin olduğu ülkelerde, aşağılama üzerine kurulu bir mizah anlayışı gelişti.

Mizah, Türkiye’de dalga geçmeye, aşağılamaya indirgenmiş durumdadır. Nobran ve aşağılama edebiyatı üzerine kurulmuş bir karakter olan “Recep İvedik” serisinin elde ettiği “başarı”, bunun tipik bir göstergesidir.

Bugün Türkiye’de sıradan yurttaşın mizahtan anladığı şey dalga geçmektir. Zira çevresinin kendinden üstün olduğu kompleksiyle ya da çevresinden üstün olduğu kanısıyla yetiştirilmiş bireyin mizah anlayışı bu şekilde gelişti.

Bugün Türkiye’de ve tüm dünyada; belirli bir kuşaktaki hemen her birey, herkesten üstün olduğu ve çevresindeki herkesin aşağılanmayı hakkettiği propagandasıyla yetiştirildiği için de bu türden bir mizah hızlıca taraftar buldu.

Buna bir de neo-liberalizmle ve ABD sinemasıyla birlikte aşılanan; “empati”, “acıma”, “yardımlaşma”, “dayanışma” gibi insani özelliklerin birer zayıflık göstergesi olduğu yönündeki düşünce eklenince, iş iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Bugün artık “empati” ve “acıma”, bazı nesillerde zayıflık, ilkellik olarak kodlanıyor. Böylece “aşağılama”/ “düşene vurma”, bir olgu olarak bu ideolojinin gölgesinde yetişmiş kuşaklarda sıradan bir tavra dönüşüyor, genel bir insan eğilimi halini alıyor.

İşte böyle bir atmosferde şekillenmiş mizah anlayışında, sabahtan erken kalkanın solcuları aşağıladığı, onunla dalga geçtiği bir durumla karşılaşıyoruz.

Sola yönelik mizah: aşağılama

Burada da dikkat ederseniz sola yönelik mizah denen şey, dalga geçme ve aşağılama üzerine kurulu. Buna ilişkin olası eleştiriler ise “hiçbir kutsal yoktur”, “her şeyin mizahı yapılabilir” gibi bir argümanla savuşturuluyor.

Oysa söylenen bu laflar, ancak tüm kutsallarla dalga geçildiğinde anlam kazanacak bir kaide olabilir. Aksi durumda sadece belirli formasyonlarla dalga geçmeyi ifade eden bir çifte standartla karşılaşırız.

Nitekim Türkiye’de olan da bugün budur: örneğin egemenlerin kutsallarıyla, iktidarın kendisiyle dalga geçilemiyor. Egemen kutsalların başında gelen dinle, kuranla ya da camiyle dalga geçildiğine rastlayamazsınız.

Anlaşılıyor ki bu, “kutsal yoktur, her şeyle dalga geçeriz” retoriğinde sadece ezilenlerin, solcuların davranış örüntüleri ve düşünceleriyle dalga geçmek var. Egemenlere yönelik hiçbir şey yok.

Tam da bu noktada; “her şeyin mizahı yapılır” karinesi; ezilenlere, solculara vurmak için kullanışlı bir aygıta dönüşüyor ve iktidarın işine yarıyor.

Bu atmosfer içinde mesela Arakan Müslümanlarına yönelik gerçekleştirilen katliamın mizahı yapılamıyor; ancak Madımak katliamıyla ilgili yapılabiliyor. Egemenlerin hassasiyetlerine ve kutsallarına dokunmayan, ancak ezilenlerin tüm değerleriyle dalga geçen bir mizahla karşı karşıyayız burada.

He şeyin mizahı yapılır, her şeyle dalga geçilir demek; mevcut gerçeklik içinde; sadece ötekilerin, ezilenlerin, solcuların mizahı yapılır, onlarla dalga geçilire dönüşüyor.

Örneğin içinde aşağılama, dalga geçme hatta mizahi bir yan bile olmayan Sezen Aksu’nun şarkısındaki sözler, “kutsallara hakaret” sayılarak, camide “dil koparma” ile sonlanan bir süreci doğurdu. Benzer şekilde Sedef Kabaş, televizyonda veciz bir sözle basit bir teşbih yaptığı için tutuklandı.

Açık ki bu ülkede egemenlere ya da onların kutsallarına ilişkin mizah yapılamıyor. İşte bu yüzden “hiçbir kutsal yoktur”, “her şeyin mizahı yapılır” argümanı; anlamsız bir söz öbeğine dönüşüyor.

Parça bütün ilişkisi düşünüldüğünde mizah burada egemenin çıkarına işleyen bir araca dönüşüyor. Buradaki mizah gibi, sonuçları düşünülmeden yapılmış her hareket, kof bir fenomene dönüyor.

Şu halde mizah da olsa, olası bir eylem, sonuçları düşünülerek yapılmak durumunda. Bir bütünü oluşturan diğer parçalar göz önünde alınmadan yapılan her eylem ise, çoğu zaman yanlış sonuçlar doğurur. Bu yüzden iradi her eylem sonuçları düşünülerek yapılır: Mizah da öyle.