Deprem. Yine can kaybı. Yine enkaz.

Ve bu kez de önceden olacağı yine bağıra bağıra bildirilmişti. Deprem Uzmanı Prof. Dr. Naci Görür Twitter’da şöyle dedi: “Arkadaşlar, Elazığlı olmam nedeniyle, Elazığ’da bir zamanlar Elazığ’ın depremselliği ile ilgili konferanslar verdim, uyarılar yaptım, Elazığ ve köylerini depreme hazırlayın dedim. Bu konuda kitaplar basıldı. Ama maalesef pek bir şey yapılmadı. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi.”

Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi.

Ne can yakıcı ve can alıcı ve can sıkıcı bir analoji değil mi? Tıpkı deprem uzmanlarının öncesinden haber verdiği gibi, anketler de siyasi ve toplumsal fay hatlarının tetiklendiğini ve kırılmakta olduğunu söylüyor.

Saray rejimi çürük bir zemine kurulmuştur. Yıllardır öncü ve artçı depremlerini yaşamaktadır. Son yerel seçimlerdeki hezimetle artçı sarsıntılarının Saray zemininde daha da yıkıcı olacağı bir deprem yaşanmıştı.

Ve Saraylılar son depremi de “Allah’ın bir lütfü” olarak görme derdindeler. Mikrofonun açık olduğunu bilmeyen Elazığ Valisi’nin İçişleri Bakanı’na ne dediğini duyduk: “Kamuoyunda algı çok iyi!” Anketlerde işlerine yaramıştır.

Her halükarda üç vakte kadar gidiciler. Ama kalıcı bir miras, kalıcı bir enkaz bıraktılar. Gitmeleri geciktikçe yeni sarsıntılarla enkaz daha da temizlenemez ve öldürücü hale geliyor.

Şeriat. Çürüme. Yolsuzluğun ve hırsızlığın ve yalancılığın sadece siyasi değil toplumsal bir norm haline gelmesi. Enkaz, tam da bunlardır.

Türkiye, başta İstanbul olmak üzere jeolojik depremlere hazırlıklı değil. Siyasi ve toplumsal depremlere hiç hazırlıklı değil.

Saraylıların güçsüz yönleri var ama güçlü yönleri de var. Gidici gibi görünüyorlar ama kalıcı olabilmek için ‘çareleri’ de var. Diğer faktörlerden ayrı olarak rejimin bekası sadece Bahçeli’nin desteğine tabidir. Canı istediği zaman rejimi hemen yıkabilecek ‘tek adam’ Bahçeli’dir!

Şimdi ellerinde tek çare herkesi enkaz altında tutmaktır. Can havliyle canımızı koruyacağız ve elbette evlerimizi, sokaklarımızı, şehirlerimizi ve memleketimizi de…

Ama sürekli bunları güçsüz göstermenin, gidici demenin ne faydası var? Kuraldır: En kötüsüne hazırlanırsan, daha kolay olanı (mesela seçimi) başarma şansın artar.

Önce bu enkaz altında can vermemek, sonra bu enkazı temizleyebilmek nasıl mümkündür? Muhafazakârlıktan kurtulmak için ‘değişerek’ mevcut muhafazakârlığa, din tacirlerine mi öykünmektir?

Kılıçdaroğlu ironik bir espriyle “Asıl muhafazakâr bizdik, yıllar yılı değişmemek için direndik” demişti. Şimdi de değişip (!) böyle muhafazakâr oluyorlar! Çünkü ona göre bugün Türk siyasetindeki mücadele sağ ile sol arasında değil, demokrasiden yana olanlar ile olmayanlar arasındaymış. Çünkü diyor, “Laiklik deyince kimse sizi dinlemiyor”.

Ama asıl şu uyarıları kendisi dinlemiyor: Sağ-Sol ayrımı yok deyince enkaz altında kalırsın, çünkü ekonomik krizin emekçileri ve yoksulları vurduğunu söyleyebilmen için sol bir siyaset gütmen şarttır. Onlarla muhafazakârlık ve din üzerinden temas kurarsan, sadece sağcılık yapmış olursun. Laiklikten vazgeçtiğinde Saraylılardan farkın kalmaz. Seni niye tercih etsinler ki?

Prof. Dr. Naci Görür’ün depreme hazırlık sözlerinin siyasete tercümesi nedir? Solculuk yapın, laiklikten vazgeçmeyin, yoksulların çıkarını koruyun, zulme karşı yumruklarınızı sıkın.

1999 İstanbul depremi ardından, “Baba” demişti oğlum dört yaşındayken; ve gökyüzünün yıldızlarını seyrederken Ayvalık sahillerinde: “Depremde her yer sallandı, nasıl oluyor da bu yıldızlar düşmüyor oradan?” “Yumruklarını sıkmışlardır evladım” diyememiştim; deseydim, elbette anlamazdı. Ama anlayan mutlaka çıkardı vakti zamanında, şimdi de hâlâ çıkar mı?