Erdoğan, “İdlib’de atacağımız yeni adımları yarın açıklayacağım” diyerek, Çarşamba gününe işaret ettikten sonra, konuyla ilgili herkes dünkü AKP grup toplantısına dikkat kesildi.

Bir yandan Putin’le telefon görüşmesi, öte yandan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in Ankara’daki görüşmeleri arasında yapılan açıklamalar, ABD ve Rusya arasında salınarak sürdürülmeye çalışılan Suriye politikasının resmi gibiydi.

Jeffrey, Ankara’ya iner inmez, galiba herkes anlasın diye Türkçe konuşarak; NATO müttefikleri Türkiye’yi İdlib’de rejim ve Rusya’nın ciddi bir şekilde tehdit ettiğini, Ankara’da hükümetle ile durumu değerlendirerek mümkün olan her desteği vereceklerini söyledi.

Jeffrey’in cümleleri biraz kazınınca, altından “Siz rejimle ve Rusya ile kapışırsanız, ABD ve NATO arkanızda olacak” anlamı çıkabilir.

O sözler kimilerinin aklına ABD’nin Kuveyt Elçisi April Glaspie’nin Saddam Hüseyin’e söylediklerini getiriyor. Glaspie, Saddam’a, “Kuveyt’le sınır anlaşmazlığınız gibi Araplar arası çelişkiler konusunda bir fikrimiz yok. Umarız siz o sorunu uygun yöntemlerle çözersiniz” diyerek Irak’ın Kuveyt’e girmesine yeşil ışık yakmıştı.

Sonrası malum!

Putin’le görüştükten sonra Erdoğan’ın söyledikleri; Esad rejimi kadar Rusya’yı ve hatta İran’ı da hedef alıyor: “İdlib’de rejim ve Ruslar ile yine rejimle birlikte hareket eden güçlerin teröristleri değil doğrudan sivil halkı hedef altına aldığını belirtmek istiyorum… Mehmetçiklerin kanının döküldüğü bir yerde, kendini ne kadar büyük görürse görsün, hiç kimsenin güvende olamayacağını da açıkça söylüyorum.”

“Kendini büyük gören” Rusya olmalı!

Son haftalarda İdlib’e yapılan olağanüstü yığınakla birlikte düşünüldüğünde; “karada ve havada ne gerekiyorsa çekinmeden yapmak”, “sivil yerleşim yerlerini vuran hava araçları eskisi gibi rahat edemeyecek” ve “Soçi muhtırası ile sınırlı kalmadan rejim güçlerini her yerde vuracağız” demek, söylem düzeyinde kalmayıp da sahaya yansırsa, Suriye’de yaygın bir çatışmanın, karşımızda devlet(lerin) olduğu bir savaşın ayak sesleri anlamına geliyor.

Türkiye, sürekli Soçi anlaşmasının ihlal edildiğini söylerken, muhatapları da ona anlaşmanın kendisine verdiği yükümlülükleri yerine getirmediğini söylüyorlar.

BM raporları; Türkiye’nin ağır silahlarını alma ve saldırılarına engel olma sözü verdiği terörist grupların İdlib’te sürekli zemin kazandığı – ki burada kastedilen ÖSO değil -, El Kaide ve IŞİD bağlantılı (HTŞ gibi) grupların on binlerle ifade edilen savaşçıları olduğunu belirtiyor.

Öte yandan, ABD kendisinin terör örgütü listesinde olan HTŞ’ye, “rejimle savaşan güç” olarak da göz kırpıyor.

Suriye’ye ve Suriye sınırımıza dair, çatışmalar ne şekilde olursa olsun derinleşip yaygınlaştıkça Hatay’ın hemen karşısına 1 milyonun üzerinde bir nüfusun yığılacağı ve bunlar içinde terörist grupların da olacağı şeklinde epey gerçekçi bir dehşet senaryosu yazılıyor. Peşaverleşme denilen bu durum on yıllar boyunca huzur bulamamak, oradan Türkiye’nin içlerine ve hatta dünyaya istikrarsızlık yayılması demek.

ABD’nin Sınır Aşırı Güvenlik Danışma Konseyi’nin 2019 raporu, kimse gitmesin dediği Peşaver’i; “sokak soygunları, hırsızlık, zorbalık, intikam ve namus cinayetleri, siyasal şiddet, terörist saldırıları, insan kaçırma, güvenlik görevlilerinin hedef alınarak katledilmesi, askeri eylemler, vb.” alanı olarak tarif ediyor.

Geçenlerde iki eski komutan televizyonda Hatay’ın Peşaverleşmesinden söz ederken buna işaret ediyorlardı.

Başka yollar da varken, bugün her yerde vurmanın, on yıllar boyunca çok yerde dinlemek zorunda kalacağınız yankıları olacaktır!