Bizde kebapçı değilse de kebap şöyle “bölücüdür” olsa olsa; pahalıdır, herkes yiyemez. Bundan âlâ bölücülük mü olur? Kebapçı belki, eğer pahalı oluşunda payı varsa, bu anlamda “bölücü” sayılabilir pekâlâ. Onun dışında niye bölücü olsun?

Herkes kebap yiyemez  bu yüzden bölücüdür

Mehmet ERDEM

Adını vererek aklı sıra onurlandırmak(!) istememiş ama “bölücü kebapçı” diyerek şimdi hapiste olan, haksız yere zorla içeride tutulan bir iş insanından söz ediyor aslında. Sahibi olduğu lokantada “bölücülerle” sık sık bir araya gelir; plan, program yaparmış meğer. Devlet Bahçeli adlı zatın “bölücü kebapçı” dediği o.

Benzetmede de matematikte olduğu gibi hayli beceriksiz biri Bahçeli. Kaçıncı kezdir bilemem ama bu sefer de baltayı, hem de hayli esaslı bir biçimde taşa vurdu. Kebapçıya bölücü denir mi yahu? En “yerli/milli” taam sonuçta, birisine laf çakacağım derken ta 1377’de Kıssa-i Yusuf’ta adı geçen bir yemek türünü, ustasıyla beraber harcamış oluyor böylelikle. Şu kebabın kökeninin açık âlânda askerlerin et parçâlârını kılıçlarının ucuna takarak pişirmeye dayandığını söyleyenler de vardır. Neyse, sonuçta genellikle bir Anadolu Türkmen mutfak kültürünün parçası olduğuna inanılır. Bahçeli adlı zatın çıkışına kebapçılar ne der bilemem. Ama sınıf ayrımının işareti sayılacak yemekler çoktur da Bahçeli’nin anladığı anlamda “bölücü”, “vatan haini” yemek ya da aşçı yoktur. Şu hızlı yeme faciasının vazgeçilmezi olan burger (köfte) bile son derece vatanseverdir örneğin. Yıllar önce Brüksel’de Zaventem Havalimanı’na yapılan bir baskın vardı, anımsarsınız. 30’dan fazla insan can vermişti, iki ayrı patlamada. Hadi adını da vereyim bari, Burger King adlı lokanta zinciri saldırganlara karşı dayanışmanın sembolü haline gelmişti. Ama insanları orada bir araya getiren burger değildi, patatesti. Cips, (patates kızartması) Belçika’nın “milli yemeğidir.” Hani İngilizlerin Fish.&Chips’i (Balık-Patates Kızartması) vardır ya, işte bunun patatesi Belçika, balığı da Yahudi mutfağından araktır. Belçikalılar birbirleriyle dayanışırken ortak noktâlârı o meşhur patates kızartmâlârıydı. Yani şef bölücü olmayan bir taamla birleştirmişti vatandaşlarını. İsveçler de köfteleriyle gurur duyarlar. Aşçıları “milli kahraman”dır neredeyse.

Bizde kebapçı değilse de kebap şöyle “bölücüdür” olsa olsa; pahalıdır, herkes yiyemez. Şükür vejetaryen olduğum için benim ona parasızlıktan ulaşamamak gibi bir derdim yok, ama çoğu insanın her gün yemesi öyle kolay değil. Bundan âlâ bölücülük mü olur? Kebapçı belki, eğer pahalı oluşunda payı varsa, bakın bu anlamda “bölücü” sayılabilir pekâlâ. Onun dışında niye bölücü olsun?

Muhabbetim yoktur, istemem de zaten ama yakınlarından biri Bahçeli adlı zata, ona buna, şu, bu nesneye bölücü diyeceğine, Halil İbrahim Sofrası benzetmesinin günümüzde ne hale getirildiğini sorsun. Asıl bölücünün, “Halil İbrahim Sofrası” benzetmesine konu olan yemek sofrâlârının, o sofrâlârın sahiplerinin olduğunu hatırlatsın. İslam kültüründe, bol ama edinmesi kolay, ucuz gıdâlârla oluşturulmuş “bereketli” sofrâlârdı bunlar. Halil İbrahim adlı bir din ulusunun sofrasına benzetilirdi sadelik açısından. Şimdi özellikle bir ara çok yaygın olan iftar sofrâlârı için söylenir oldu ki, fakirin rüyasında bile göremeyeceği yiyeceklerle doluydu o sofrâlâr.

SİYASETÇİLERİN YEMEK ZEVKİ

Devlet Bahçeli'nin Adana mahalli yemeklerini sevdiğini okumuştum bir ara. Bildiğim kadarıyla etsiz, kebapsız değildir o yemekler. Bunu anımsatmamın nedeni şu; meslek dışı bir suçun faili olmamışlarsa tarihler aşçıları değil, diktatörlerin, siyasetçilerin yedikleri yemekleri not ediyor. Bakın ben de Bahçeli’nin yediği yemeği kaydetmiş oldum. Şu mahalli yemekler arasında “bölücülerin” yaptığı kebabın hayli yer tuttuğundan eminim.

Mutfakla ilişkisini iyi tutmalı politikacı. Pisboğazlığının ortaya çıkması da var, kanlı fâlân bir şeyler yiyorsa, vahşi olduğunun belli olması da. “Dictators' Dinners: A Bad Taste Guide to Entertaining Tyrants" adlı bir kitap vardır, hayli eğlencelidir. Sağ olsunlar, Victoria Clark ile Melissa Scott kaleme almış. Ben Stalin’in yemek zevkini tuttum doğrusunu isterseniz. Stalin, ceviz, sarımsak, erik, nar, şarap içeren geleneksel Gürcü mutfağına düşkünmüş. Bana da uyar bu. Stalin’in işini iyi bilen aşçıları vardı ki bunlardan biri de şimdiki Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in büyükbabası, Spiridon Putin’di. Şu faşist Benito Mussolini’nin zeytinyağlı, taze limon suyu sıkılmış, sarımsaklı sâlâta yediğini okuyunca bu adamın ince ruhlu olduğunu düşünmedim tabii. Berbat bir faşistti işte. Hitler’in, vejetaryen iddiası da eğer doğruysa hiç ona bakışımı değiştirecek türden değil elbette.

Idi Amin de sevimsiz bir diktatördü malum. İngilizlere hastalık derecesinde bağlı bir kuklaydı. Cinsel gücü artıracağına inandığı için gün boyunca 40 portakal yermiş bu. Rosto keçi, darı ekmeği en sevdiklerindendi. Suudi Arabistan'da sürgündeyken pizza ile kızarmış tavuk yermiş sürekli ama. Haiti'nin eski Cumhurbaşkanı Francois Duvalier vardı. Bu da rezil bir adamdı. Yemek sonrası keyif almak için işkence seanslarını izlerdi derler. Özel bir yemek zevki yoktu ama her neye düşkünse son yıllarında yiyemedi pek. Karısı kaşıkla beslemek zorunda kaldı diktatörü derler.

KİMİN TÜKETTİĞİNE BAK

Yemeğin, kendisinden çok kimler tarafından tüketildiğine bakarak bir değerlendirme yapılır genellikle. Aşçılara, yemek ustâlârına, şeflere “bölücü terörist” dendiği pek görülmemiştir. Bahçeli matematiğe olduğu gibi sözlü literatüre de katkıda bulunuyor.

O hapisteki iş insanı da herhalde terörist (!) faaliyetleri için lokanta açıp, aşçıbaşı yetiştirmemiştir elbette. Bölücü ya da terörist yemek ustası, şef, kebapçı arıyorsa onu ancak “tarihimizden” bulabilir Bahçeli. Koca Fatih’i zehirleyen aşçıyı bilsin, durup dururken ekmeğinin peşindeki aşçıları, kebapçıları diline dolamasın.

Esnaftır nihayetinde, ne yapacağı belli olmaz. Başının “etini” yiyiverirler sonra.