Düşünüyorum da her yazdığım söz her bulduğum melodi bazen tam olarak beni anlatmıyor. İçimden geliyor, yazıyorum söylüyorum ama yabancıyım yaptığım şarkıya. O zaman bu olmamış deyip hemen yenisine yoğunlaşıyorum. Şarkılar, bir mahalle arkadaşlığı, bir komşuluk ilişkisi gibi içten olmalı, ettiğimiz yeminler verdiğimiz sözler gibi önemsenmeli. Bizi anlatmalı, içinde olduğumuz zamanın ruhunu yansıtmalı, yaşadığımız dünyadan, onun gerçeklerinden kopuk olmamalı. Ben o bakımdan kendimi hep şanslı hissettim. Zira biz hiçbir zaman şarkılarımızı bir albüm çıkarmak için yapmadık. Şarkılarımızı içimizden geldiği gibi samimi olarak yaptık. Sonra onlar bir albümde yer aldı. Dijital alanda var olan bugünkü sistem -algoritmaların yönlendirmesi- dinleyicinin kolayına gibi görünse de çok yakında benzer tipte bir dinleyici modeli yaratma tehlikesi ve de star sanatçıların itirazlarıyla yıkılacağa benzer.


KARIŞIK ÇALMA TUŞU

Düşünün ben bir kitap yazıyorum. İsteyen 16’ncı sayfadan isteyen 88’inci sayfadan okumaya başlıyor. O kitap okuyucu gözünde bir anlam bütünlüğü kazanır mı? Ve de yazar amacına ulaşır mı? Severek dinlediğimiz albümlerde şarkı sıralamaları çok önemli. Ortaçgil’in “Benimle Oynar Mısın” , ya da Pink Floyd’un “The Wall” albümündeki şarkıların sırasını değiştirin de dinleyin bakalım nasıl oluyor? Ayrıca bu dijital platformlar bu hakkı nereden alıyor? Geçtiğimiz günlerde bu düşüncemi doğrulayan bir habere rastladım.

Spotify, shuffle olarak da bilinen karışık çalma tuşunu albüm sayfalarından kaldırma kararı aldı. Adele’in altı yıl aradan sonra piyasaya sürdüğü 30 adlı yeni albümünün düzenlediği şekilde dinlenmesi isteğini paylaşması üzerine Spotify böyle doğru bir karar aldı. Adele, bu değişikliği bir tweet ile duyururken, müzisyenlerin albümleri ve albümlerdeki şarkı sıralamalarını oluştururken büyük özen gösterdiklerini, icra ettikleri sanatın bir hikâyesinin olduğunu ve bu hikâyenin anlatılma biçimine sadık kalınması gerektiğini belirtti. Bu kadar net.

ALBÜMLER HİKÂYE PEŞİNDE

Çok seviyorum böyle insanları. Belki de milyonlarca euro’luk bir kaybı göze alarak, dev holdingleri, sermayeyi karşılarına alarak yaptıkları işin gücüne inanan sanatçıları. Güç karşısında eğilmeyen, direnen, sorumluluk sahibi olan sanatçıları. Burada neyin sorumluluğu var diye bir şey aklınıza gelmesin. Adele’in bu yaptırımı tüm dünyadaki eser sahipleri, yorumcular ve yapımcılar için emsal bir karar oluşturacak ve hiçbir dijital platform kafasına göre bir sıralama yapamayacak belki de. Bunu çok önemli buluyorum. Zira özellikle albümler artık belli bir hikâye yakalama peşinde. Konsept albüm dediğimiz de böyle bir şey zaten. Biraz önce kitaptan verdiğim örneğin tiyatroya, sinemaya uygulandığını düşünsenize dijital platformlar tarafından. Ortada güzel sanatlara dair bir şey bulmak mümkün olur mu? Bir dönem ülkemizde introları uzun bulup kısaltmaya çalışan DJ’leri de gördük pop müziğin içinde bağlama yer aldığı için şarkıları yayınlamayan radyo yapımcılarını da. Naçizane önerim herkes kendi işine baksın…