Başlığa taşıdığım ifadenin yer aldığı cümlede Aydınlı bir gıda üreticisi köylü kadın Jeotermal Enerji Santralleri (JES)’lere isyan ederken şöyle diyor: “(...) Ucube gibi borular istemiyoruz. Fabrikalar istemiyoruz. Biz, herkese yararlı bir şeyler üreterek yaşamak istiyoruz” Ege’nin Son Baharı adlı kısa belgeselden. Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nin (BİFED) Türkiye Panoraması’nda yer alan bu belgeselin yayınlandığı günlerde TBMM’ye “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” getirilmişti.

Temelde kırsal talana dayanan bu teklifte, köylünün “herkese yararlı bir şeyler üretme” hayali ne yazık ki karşılık bulmadı. Geçtiğimiz hafta yapılan TBMM Genel Kurulu’nda hala görüşülmekte olan ve 24 maddesi kabul edilen teklifin geri çekilmesi için haftalardır çaba sarf ediliyordu.

Köylüler, çiftçiler gibi kırdan geçinenler, ekoloji hareketleri, muhalefet partileri tarafından gündemde tutuluyordu. Önerilerin yaratacağı yıkımın boyutları anlatılmaya çalışıldı. Bu sayede ruhsatsız alanlarda faaliyete izin veren bir maddenin geri çekilmesi sağlandıysa da şirketlere sağlanan vergi indirimleri gibi imtiyazlar, lastik yakmanın “yenilenebilir” adı altında maskelenerek teşvik edilmesi gibi düzenlemeler ne yazık ki durdurulamadı. Böylece halk için herhangi bir yararı olmayan; hatta zararı olan bir dizi teklif daha kabul edilmiş oldu.

Aslında yazıya BİFED üzerinden bir alıntıyla giriş yapma nedenim, Türkiye’de ekolojik yıkımın bu türden panoramasının, kanunların yaratacağı sonuçları görünürleştirmeyi sağlamasından kaynaklanıyor. Bu açıdan Türkiye Panoraması bölümde yer alan belgesellerin, Türkiye’de ekolojik yıkımın ve tarım arazilerinin talanının kapsamına; toprağa ve köylülere, çiftçilereetkilerine dair ilk ağızdan bakış açısı sunmaları nedeniyle, Kasım sonuna kadar çevrimiçi ve ücretsiz olarak izlenebilecek olmasını değerli buluyorum.

Böyle düşündüğümde ise bende en çok yer edenler JES’leri konu eden belgeseller oldu. Bu açıdan Jeotermal Yetti Gari belgeselinden ve Ege’nin Son Baharı adlı belgeselinden köylülerin aktardıklarından hareketle, JES’ler neye sebep oldu/oluyor; bu kırdan geçinenleri nasıl etkiledi; kır halkının gerçek beklenti ve talebi neydi gibi soruların, belgesellerde aranan yanıtlarını buraya da taşımak istiyorum. Jeotermal Yetti Gari diyenlerden bir kadın örneğin, şöyle diyor: “Bu jeotermal geldiğinden beri ne zeytin kaldı ne incir kaldı, ne verim kaldı. Babam beni zeytinle okuturdu. Biri biterdi, biri başlardı (...)”. Bu sözler, aynı zamanda artık var olmayan bir kırsal yaşam biçimini aktarıyor. Toprak artık, elektrik santralinin yarattığı hasar yüzünden, eskiden olduğu gibi çocuklarını okutmaya yetemiyor. Tarımsal üretim, doğanın kendi ritminde önce incir, sonra zeytin, sonra da pamuk biçiminde ilerleyemiyor.

Ege’nin Son Baharı’nda aktaran Aydınlı bir diğer köylü ise JES’in etkilerini şöyle ifade ediyor: “Paranın gittiğine mi yanarsın, ağacın gittiğine mi yanarsın? Ne bileyim çoluğun çocuğun aç kaldığına mı yanarsın? Şimdi ben bu yaştan sonra; burada verim de yok, benim gelirim yok, ne yapacağım ben? O’nu söyle. Ya kendi kendine isyan edeceksin, kafana silahı dayayacaksın veyahut da... ya hırsızlığı gideceksin... öyle ya, yapacak bir şeyin yok”.

Köylülerin ifadeleri, kanun tekliflerinde görmezden gelinen bazı gerçeklere işaret ediyor. Gerçek şu ki, şirketleri bu denli güçlendirmek sadece denetimsizliğin, doğa talanının önünü açmıyor. Aynı zamanda kırdan geçinenleri ciddi bir biçimde çıkmaza sokuyor, yoksullaştırıyor ve mülksüzleştiriyor. O nedenle, bu teklifleri hazırlayıp kabul edenlerin, herkese yararlı bir şeyler üreterek yaşamak isteyenlerden öğrenecekleri çok şey var. Fakat böyle bir niyetleri olmadığı da aşikar.