Muharrem İnce’nin deyişi bu!... “Herkesin Cumhurbaşkanı” olarak kullandığı sloganı bu kez CHP’ye adapte etmiş. CHP’nin herkesi kucaklayacağı gibi bir iddiayla olumlu bir şey söylediğini zannediyor kuşkusuz. Oysa herkesin partisi olan CHP’nin nasıl bir şey olacağını ben düşünmekte zorlanıyorum.

Herkesin CHP’de Kurultay olacak mı, olmayacak mı bahsine tutuştuğu bu günlerde, böyle bir ifade üzerinde durmak çok kimseye anlamlı gelmeyebilir, ancak İnce’nin bu ifadeleri bile, CHP’de Kılıçdaroğlu mu, yoksa İnce mi tartışmalarından daha önemli şeyler olduğunu hatırlatıyor. Kuşkusuz, İnce’nin söylem ve duruşuyla ilgili konuşulacak çok şey var; başkanlık meselesi de öyle!... Ancak çoğu koltuk kavgaları içinde güme gitmekte ki, bu yazıyla amacım hiç değilse, bir ucundan yakalamak...

Tarafsız olması beklenen cumhurbaşkanlığı makamına “herkesin cumhurbaşkanı” olma iddiası yakışsa da, bunun, siyasal partilere yakışacağını düşünmek zor. En azından, uluslararası düzeyde sosyal demokrat partiler arasında yer alan CHP’ye bu etiket yakışmaz!

Sağ partilerin buna benzer söylem ve iddiaları olabilir; örneğin bir zamanlar Özal’ın, “dört eğilimi kucaklamak” gibi iddiası vardı. Sağ partilerin herkesin partisi olma gibi iddiaları, ya da sağ-sol ayırımını inkar etmeleri siyasal konumlarını perdelemek açısından önemli. Çünkü bu ayırım kabullenildiğinde, onların toplumun önemli bir kesimini oluşturan emekçi kesimleri temsil etmedikleri, edemeyecekleri ayan beyan ortaya çıkar; onlar da, herkesi temsil ettiklerini söyleyerek bu açığı kapatırlar. Ekonomi bilgisi biraz olan herkes, sağın sermayeden yana olduğunu, vergilerin, yatırımların, mali desteklerin buna göre belirlendiğini bilir. Hepsi de ülkenin büyümesi, kalkınması etiketi altında pazarlanır! Yeterli işin olmayışı, ücretlerin düşüklüğü, güvencesiz işlerin artışı, gelir dağılımın adaletsizliği de küresel rekabete bağlanır ve büyümenin bedelleri olarak sineye çekilmesi istenir! Toplumun açık yarası haline gelen mağduriyetler de sosyal yardımlarla yönetilmeye çalışılırken, kurnaz sağ, bir de bu yardımlar üzerinden bağımlılık ve bağlılık yaratmayı becerir.

Ama bunları açıkça söyleyemeyeceklerinden, ideolojik-siyasal konumlar ne kadar belirsizleşirse o kadar işlerine gelir. Günümüzde olduğu gibi, kimlik gibi, din gibi, gelenek gibi aidiyetlerin öne çıkarılması da bu örtme/ perdeleme işine çok yardımcı olur. Aidiyetler ve kimlikler çatışması da, emek-sermaye arasındaki bölüşüm çatışmasının örtülmesi açısından bulunmaz nimettir!

Buna karşın sol partiler için ideolojik-siyasal duruş ve iddialar vazgeçilmez önemdedir; aksi bir yer alış, varlık nedenlerinin inkarı anlamına gelir. Bu nedenle sol partiler, herkesin partisi olmak gibi bir iddiayla ortaya çıkmazlar; çıkamazlar.

Gerçi günümüzde küresel kapitalizmin ve neo-liberalizmin egemenliği söz konusu ve bu egemenlik altında sağ ve sol partiler arasında farklılıkların büyük ölçüde kaybolduğu görülüyor. Yine de uygulamada kaybolan bu farklılıkların siyasal konum ve iddialar açısından korunduğu, korunması gerektiğine kuşku yok. Sağ ve sol partiler arasında farklar gibi, partiler arasında çoğulcu veya milliyetçi, laik ya da İslam’cı gibi sosyo-kültürel yaklaşımlar açısından da farklılıklar var ki, kimlik ve aidiyet çatışmalarının öne çıktığı günümüzde siyasal partilerin bu konularda da net bir duruş sergilemelerine ihtiyaç var. Bu net duruş da, öyle, “herkesin partisi” olma iddialarıyla karşılanamaz.

Özetle, ister sağ-sol ayırımı, ister kültürel konular olsun, siyasal partilerin kimlik, söylem ve duruşlarını netleştirmelerine ihtiyaç var; sol partilerin ise, kendi duruşları gibi, sağ partilerin perdeledikleri siyasal kimliği açığa çıkarmaları gerekmekte. Zaten başarıları da, siyasal partiler arasındaki bu farklılıkların açıkça ortaya konmasına bağlı; yani, onlar için başarı, bu belirsizlik ve karmaşada değil netlik ve açıklıkta olabilir.

Türkiye gibi, hem siyasal hem sosyolojik anlamda kimliğinden uzaklaşıp bambaşka bir yola sürüklenen ülkede ise, bu netliğe daha fazla ihtiyaç var. Örneğin Türkiye ve gelecek için çizilen resim, vaat edilen ne? Bu resmin farklı çizildiği iddia ediliyorsa, Cumhuriyet, demokrasi, hak ve özgürlükler, parlamenter rejim gibi, laiklik ve siyasal İslam karşısındaki duruşun da netleşmesi lazım. Herkesin partisi olmakla bu farklılık çizilmez!

Kaldı ki, bu konulardaki farklılıklar korunmayacak ve herkesin partisi olunacaksa, farklı partilere de gerek olmayacak demektir. Öyleyse, ne adına CHP için oy istenecek; ben anlamadım!

Korkarım, bu söylemi, CHP’nin sağa açılmasının yeni bir adımı olarak düşünmek mümkün... CHP’nin uzun süredir tartışılan bir kimlik sorunu olduğu biliniyor. Bir tarafta devletçi, bürokratik, gelenekçi, siyasal anlamda merkezde yer alan ve “sol olmayı” benimsemekten uzak bir Parti var; öte tarafta 60’lı yıllardan buyana uzanan “ortanın solu” iddialarına sosyal demokrat çizgi kazandırmak isteyenlerin Parti’si... Bu nedenle, resmi söyleminde sosyal demokrasi iddiasına yer verilse de, bu iddialar ancak Parti’nin sol kanadında yer alanların gündemine girebilmekte, CHP’nin ideolojik-siyasal duruşunu ise belirlemekten uzak kalmaktadır. Bu çerçevede, sosyal demokrasiyle uyumlu “sosyal devlet, sosyal refah, sosyal adalet “ gibi iddialar da ancak popülist bir anlayış içinde gündeme gelebilmektedir.

Tabii, bir de yıllardır kazanılamayan seçimler var; çare de, muhafazakar olduğu söylenen topluma uymak, yani muhafazakar değerlere yatırım yapmakta bulunmakta!... Bu yolda atılan adımları da hepimiz biliyoruz. Ancak bu yatırımların, CHP açısından çelişkileri büyütürken, istenilen sonucu vermekten uzak kaldıkları da görülüyor. “Hakiki, öz sağ partiler” durur ve popülist söylemlerle politikaları almış başını giderken, kuşkuyla bakılan CHP’den gelecek ve “hakiki” sağ partilere göre oldukça mahcup kalacak söylem ve adımların hedef kitlelerde heyecan ve dalgalanma yaratacağını beklemek oldukça “hayal”!... Sağa ve kimliksizliğe daha fazla yanaşmanın ise, CHP için yalnız çelişki değil, varlık sorunu yaratması gibi tehlikeleri de var.

Sonuç olarak, CHP”nin kendisine oy vermeyen kitlelere ulaşmasının önemini yadsıyamam; ancak bunun yolunun sağ politikalar ve kimliksizlikten geçeceğini düşünmüyorum. Bu konuda birçok tartışma yapılması gerektiği ortada; bu nedenle, başla bir yazıya bırakmak gerekiyor.

Ancak bu tartışmaların başında ulaşılamayan kitlelere nerelerde ve nasıl kandırıldıklarının/uyutulduklarının anlatmanın yolunun aranması gelmekte ki, bunun yolunun “herkesin CHP’si “gibi bir söylem ve duruştan geçmeyeceği açık.