‘Kâzım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz’ Timaş tarafından yayımlandı.

‘Kâzım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz’ Timaş tarafından yayımlandı. Tanımayanlara kitabın yazarından söz etmeli; Mustafa Armağan, karşıt olduğu ideolojik tavrın sığ söylem biçimlerini kullanmakta ustadır. Bu eseri de belirli bakış serinliğinden yoksun yazık ki!

Kitap, Karabekir’in güncesinden parçalar alınarak yazıldığı için dikkate alınabilir fakat daha ciddi çalışmalar okumak isteyenler, Paşa’nın kendi kaleminden çok sonra ‘İstiklal Harbimiz’ diye yayımlanan kitabına bakmalı. Zira Erik Jan Zurcher, Paşa’nın yazdıklarından Anti-Nutuk diye bahseder. Nutuk nasıl ki “19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktım” diye başlıyorsa; Karabekir’in kitabı da “19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıktım” cümlesiyle açılarak bu iki büyük askeri figürü yavaş yavaş ayıran döneme ışık düşürür.

Yaşanan öyle bir zıtlaşmadır ki yayımlandıktan sonra devrin Cumhuriyet gazetesi, Nutuk’u Kitab-ı Mukaddes olarak görürken, Gazi’ye Hazret diye hitap etmekte, zorlu yıllardan geriye kalan diğer herkesi, her şeyi silip atmaktadır. Bu arada Mustafa Armağan’ın konuya ilişkin gazete kupürünün, gazetenin hangi tarihli yayınında olduğunu belirtmemesi; belgeden, kaynaktan yoksun tavrı kitapta inandırıcılığın önüne geçmekte.

Yine de Armağan’ın kitabında bile Kemalist tarih inşasının kimi zayıflıkları görülmekte. Misal; Sarıkamış hezimetinin başkomutanı olarak anılıp da resmi söylemde yerin dibine batırılan Enver Paşa, aynı zamanda Çanakkale Zaferi’nde de başkomutandır. Fakat bu zafer, o dönem Yarbay olan Mustafa Kemal’e atfedilir, diye belirtiyor yazar. Aynı şekilde Çanakkale deniz zaferinin komutanı Selahaddin Adil Bey adı belki de devrimden sonra Terakkiperver Fırka üyesi olduğu için resmi tarihte hiç anılmaz. Yazarın bu ismi aynı sayfa içinde başka bir yerde de Selahattin Adil Bey şeklinde yazması devrimin değilse de redaktörün azizliğidir. Zor işler bunlar!

Kısa bölümlerle ilerleyen kitabı, Armağan’ın bölüm başlarında bulunan, bir tarih yayını için lüzumundan fazla duygulu pasajlarını saymazsak üç ana başlık altında inceleyebiliriz: A) İki paşanın da örgütlenmek üzere farklı şehirlere gidişinden başlayarak Erzurum Kongresi’ne varan süreç. B) Erzurum Kongresi’nden Sivas’a kadar Kâzım Paşa’nın gözünden Kemal Paşa’nın izlediği tutumlardaki sıçramalar. Hatta kitabın sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın Milli İstiklal Mihveri Etrafında Zikzakları diye bir grafik bulunmakta. C) Sivas’tan Batı cephesi savaşlarına giden dönem.

Kitabın tuhaflıklarından biri de Mustafa Kemal’in Ayasofya’da Türkçe Kuran okuttuktan sonra aynı gece Darülaceze Balosu’nda saat üçten yedi buçuğa kadar İsmet, Kazım ve Ali Sait paşalarla dans etmesinde ne tür bir beis olduğu? Şöyle açıklayayım: Kitapta Armağan’ın yorumlarıyla Karabekir’in günlükleri sık sık iç içe geçtiği için metin çift kişilikli. Hal böyle olunca Kuran okuttuktan sonra dans etmenin, Karabekir’i mi, Armağan’ı mı rahatsız ettiğini anlamak güçleşiyor. Kemalizm eleştirisinin 2011’de halen Mustafa Kemal’in kişisel yaşamı üzerinden yapılması ne kadar hakkaniyetli?

Karabekir’in yirmili yıllarda Kürtlerin milli davaya sadakat sorununu çözüşü de sonraki dağ Türkleri mevzusunun kaynağı olacak ilginç alıntılarla ortaya dökülmüş: “Kürtlerin isyanını engelleyecek tedbirleri önceden almıştım. Onlara şu yolda propaganda yapıyordum: ‘İngilizler Kürdistan’ı size değil Ermenilere verecektir. Oysa Kürtler Anadolu’nun en eski kolu olan Hititlerdendir. Ovalardaki Türkler mahvolduğu halde dağlardakiler kendilerini koruyabilmişlerdir. Kürt kelimesi Türkçe kahraman demektir.”

Herkesin bir ‘tarihi’ olduğu gibi, her cephenin de kendine ait tarihi başarıları var galiba. Fakat sorunları doğuran olguları doğru yerden görmek gerek. Karabekir’in tehcir sonrası kurduğu Gürbüz Alayı’nı ele alalım, bu iş bugünün Batılı akademisyenlerince Ermeni yetimleri Türkleştirmek bağlamında ‘asimilasyon’ olarak kabul ediliyor. Bakış serinliği dediğim şeyin önemi burada anlaşılır.

Bugüne dair bir tarih okuması yapmak açısından kitaptan bir alıntı yapacağım; Karabekir’in kaleminden: “19 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’ya barış konferansına kimi göndereceğini sordum: ‘Seni Lozan’a delege olarak gönderemem. İsmet Paşa’yı göndereceğim,’ dedi. ‘Neden,’ diye sordum. ‘Çünkü’ dedi ‘sen kendi kafana göre hareket edersin, İsmet ise sözümden çıkmaz.’ Ben de ‘Zaten Gümrü ve Kars barış kurulları baş delegeliğini de emrinizle kabul etmiştim; Avrupa’ya da gönderseniz Türkiye’nin biricik diplomatının bir ordu komutanı olduğu manzarası arz edeceğinden yeni delege atanması uygundur’ dedim.”

Ah bu tarihin tekerrür takıntısı...

Armağan’ın bu kitabı yerine yukarıda andığım diğer kitapları okumanız, bunca tarihi anı, döküm, belge arasında zaman kaybını en aza indirecektir desem ayıp etmiş olmam herhalde. Sen de artık Timaş’tasın, ne dersin, sorun olur mu Bejan!