Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Önceki gün Ankara’da Cumhuriyet tarihinin en büyük cankırımı yaşandı. Başkentin göbeğinde, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün burnunun dibinde patlatılan bombalarla yüze yakın insanımız can verdi. Yüzlerce kardeşimiz yaralı… Kandan beslenenler, halkın barış ve demokrasi istemine bombayla, silahla karşılık verdiler…

Cumartesi sabahı Ankara’da hava günlük güneşlikti. Güle oynaya yola çıktık. Slogan atarak yürüyorduk. Gar kavşağında Doğan Tılıç arkadan yetişip, mahalleden arkadaşlarla taşıdığımız “Çayyolu Haziran Meclisi” pankartının ucundan tuttu. Kucaklaşıp şakalaştık. Sonra yanımızdan ayrılıp hızlı hızlı Gar’a doğru yürümeye başladı…

Barış ve emek dostları, o gün yurdun her yerinden otobüslerle gelerek doldurmuştu buluşma noktasını. İnsanların yüzü gülüyordu. Herkesin elinde “Barış” istemli pankartlar, renk renk “Haziran” bayrakları vardı. Ankara Tren Garı’nın önüne ulaştığımızda, gençler halka oluşturmuş, türkü söyleyip halay çekiyorlardı…

Ben bir süre halay çeken gençleri izledikten sonra, kalabalıkta kendime güçlükle yol açarak gazeteci arkadaşları aramaya koyuldum. 200 metre kadar yürümüştüm ki, arkamda art arda iki bomba patladı. Çok şiddetli bir patlamaydı bu. Bombaların şiddetinden Gar’ın bütün camları kırılmıştı. Havayı yoğun bir duman bulutu kapladı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, bu kez gaz bombası atıldığını gördük. Aynı anda havaya ateş açmaya başladı polisler. Alana TOMA’lar girdi. Gazın etkisiyle öksürük nöbetine tutuldum. İnsanlar kaçışmaya başladı. Öndekilerin ezilmesini önlemek için arkadan koşarak gelenleri durdurmaya çalıştık. Hepimiz, o anda polislerin panik yaratmak için ses bombası attıklarını düşünmüştük. Ancak ambulanslar vızır vızır gelip yaralı taşımaya başlayınca işin içyüzü anlaşıldı. Çok sayıda ölü ve yaralı olduğu haberleri gelmeye başladı. Ambulanslar yetersiz kalınca, özel otomobiller yardıma koştu. Önden yürüyenlerin, arkada olup bitenlerden hâlâ haberi yoktu. Görevlilerden de sağlıklı bir bilgi gelmiyordu. Mitingin yapılacağı Sıhhiye’ye doğru yürürken, toplantının iptal edildiği duyuruldu. Saldırının boyutu ancak o zaman tam olarak anlaşılabildi. “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi” daha başlamadan kana bulanmış ve onlarca canımızı yitirmiştik…

Seçim Hükümeti’nin “hasbelkader” İçişleri Bakanı Selami Altınok, saldırıdan sonra düzenlediği basın toplantısında, “Olayda güvenlik zaafiyeti olmadığını ve istifayı düşünmediğini” söyledi. Adalet Bakanı ise, gazetecilerin “istifa” sorusunu alaycı bir gülümseme ile karşıladı...

Hadi “sorumsuz yetkili” Cumhurbaşkanı’nı şimdilik bir yana bırakalım… Dosyası o kadar kabarık ki, istifa, “sonun başlangıcı” demektir onun için!
Peki, hükümette en kilit bakanlıkları işgal eden sorumluların istifa etmeleri için daha kaç insanın ölmesi gerekiyor?

Ayrıca Tayyip Erdoğan’ın yere göğe sığdıramadığı anlı şanlı MİT Başkanı nerede?

Bir ara, “Attırırız birkaç füze, Suriye ile savaş çıkarırız” diyen bu parlak zekâlı Müsteşar; Reyhanlı’dan Diyarbakır’a, Suruç’tan Ankara’ya uzanan zincirleme katliamlardaki istihbarat açıkları konusunda neden bir şey söylemiyor? “RTE’nin kara kutusu” olarak Saray’a özel hizmet sunmak, MİT’i gerçekten “milli” kılmaya yetiyor mu?

Ergenekon artığı” bir mafya bozuntusu, Ankara saldırısından bir gün önce Rize’de düzenlediği mitingde, “Bu ülkede oluk oluk kan akacak!” demişti.

Bu lafları onun kulağına kim fısıldamıştı acaba?

Ankara’da yaşanan kanlı kıyımın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun yarım ağızla yaptıkları kınamanın hiçbir değeri yoktur. Böyle bir günde bile ama’sız, ancak’sız, çekincesiz üzüntü belirtemeyenlerin içtenliğine kim inanır?

10 Ekim’deki kanlı saldırıyı hangi taşeron örgüt üstlenirse üstlensin, sorumlusu siyasal iktidardır. Aylardır bilinçli olarak sürdürülen gerilim, ayrıştırma ve HDP’ye düşmanlık kampanyası, bu topluöldürüme ortam hazırlamıştır. Diyarbakır ve Suruç bombalarını hangi el patlatmışsa, Ankara’nın göbeğinde on binlerin üzerine bomba atanlar da onlardır. Hesabı er geç sorulacaktır…