İlerde bir gün 4 Nisan 2012’nin tarihini yazacak olanlar; eminim ki çok farklı perspektiflerden böylesine farklı mağduriyetler üzerinden bir okumaya ihtiyaç duyup, neresinden tutacaklarına şaşırıp kalacaklar.

İslamcı politik aktörler (ki kendileri 10 yıldır iktidarlar), Türkçü, kafatasçı milliyetçiler (ki fikri boyutta mevcut iktidarı hayli etkiledikleri biliniyor) ve her çeşit sol siyasetten aktörler, ha bir de Kürt siyasetçiler. Bütün bu ayrı kulvarlarda siyaset yapan aktörleri ve kurumları bir adliye binasının önünde buluşturan, ülkenin üzerine karabasan gibi çöken görünürde birkaç yıl hüküm sürdükleri varsayılsa bile (1980 12 Eylülüyle-1983 Kasım ayları arası) aslında etkileri hâla süreduran bir “Milli felaket”.

Sanırım bu satırları okuyanların kimilerini kızdıracak olsam da, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 4 Nisan günü bir kameraya yansıyan sözleri anlamlıydı. Evet, bugün yargılama başlamıştı ama unutulmamalıydı ki ülke hâla 12 Eylül generallerinin hazırladığı ve bir türlü değiştirilemeyen Darbe Anayasası ile yönetiliyordu. Darbe’nin ve darbecilerin sadece anayasaları değil YÖK dâhil diğer birçok kurumları da bütün azametleriyle uygulamalarını sürdürüyorlardı.

Kimileri çok iddialı ifadelerle Bir dönemin yargılanmasının başladığından dem vuruyorlardı. Kimileri de kırdıkları onca pota rağmen 12 Eylül anayasa referandumuna Evet olmaz ise yetmez ama evet diyenler “Hangi yüzle müdahil olarak o yargılamaya gidiyorsunuz. Hani biz yetmez ama evetçileri yargılama olmaz diye eleştirmiştiniz. Bakın işte oldu.” Demeye getirip bütün bir dönemin yargısal hesap kesiminin başladığı işaret fişeğini sallamaya yelteniyorlardı.

Ama bütün bunlar bence tevatürdü. Asıl vurguyu bir ambulans nezaretinde ve elinde hesap soran dövizi ve oğlunun fotoğrafıyla Berfo Nine yapıyor ve yaşatıyordu. Adeta ben 104 yaşımda sağlığım sizden daha kötü bir halde buraya, kaybettirdiğiniz oğlumun hesabını sormak üzere gelebiliyorsam, sizler de hesap vermek üzere gelmeli / getirilmeliydiniz diyordu.

12 Eylül askeri darbesi büyük acıların, yokoluşların, trajedilerin yaşandığı korkunç dönemsel bir tahribata sebep oldu. Toplumsal bir travma ve o tarvmanın hâla sosyolojik tahlilleri yapılamamış bu nedenle toplumsal iyileştirmelerine de henüz başlanılamamış, izleri ayan beyan ortada bir felaket.

Bu sebeple aslında simgesel bir dava açımı görüntüsünde cereyan eden, toplumsal muhalefet sağlanabilirse belki bir dönemin yargılanma sürecinin girizgâhına dönüşüp yaygınlaşabilecek bir dava diyebileceğimiz yargılama 12 Eylül’ün iki aktörünün yargılanmasının başlangıcı.

Sonuçları ne olursa olsun; 12 Eylül 1980 askeri darbesi potansiyel olarak büyük bir güce sahip olan ama örgütlülüğü darmadağın olan Türkiye Sol muhalefeti ile Kürt siyasal muhalefetine karşı planlanıp programlanmış bir darbeydi. İslamcı siyasal aktörler ile Faşist düşüncenin siyasal aktörlerinin mahpusluk dâhil görünür dönemsel mağduriyetleri tümüyle bir örtüye delalet ediyordu. Bu sebeple bugün geçmişin hesap dökümü yapılır ve adliye önünde hem müdahillik hem de muhalif örgütlülüğün sesi yükseltilirken İslamcı ve sağcı zihniyetin avuç içi kadar azınlıkta kalıp seslerinin cılız çıkması ve müdahillik için inandırıcı olamamalarını bu noktadan okumak gerek kanısındayım.

Çok aceleci olmamak ve büyük beklentiler içine girmeden somut yaşanmışlıklar ve yaşatılmışlıklar üzerinden bir müdahillik perspektifiyle ve giderek darbenin diğer tüm aktörlerini yargı önüne çıkartabilecek bir örgütlülüğe ihtiyaç olduğu kanısındayım. Bu, ben daha çok ses çıkarmayı ve müdahil olmayı hak ediyorum söylemi ve muhalefeti değildir. Kimisi işini, kimisi eşini ve aile fertlerini, kimisi de bütün bir hayatını, gençliğini, umutlarını, ideallerini, bilincini işkencehanelerde kaybetti. Elbette bunun acısı çok büyüktür. O halde bu acıların bir daha bu topluma, bu ülkeye yaşatılmaması esas olmalı. Ve buna yeltenecek olan kimilerine de ders olacak bir yargılamaya girizgâh olabilecek bir dava için talepkâr olunmalı düşüncesindeyim.

Ve elbette en büyük talepkâr en yaşlı anadır. Berfo Ana boşuna konuşmuyordu: “Ben buradayım katiller sürüsü, sizler neredesiniz, hesap vereceksiniz?”