Değerli okuyucularım. Gün geçmiyor ki Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), siyasal iktidarın talimatlarıyla yeni bir yöntem değişikliğine/düzenlemeye gitmesin.

Geçtiğimiz günlerde Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, gıda sepetinde gıdanın yüzde 24’lerde olan ağırlığının, yüzde 20’nin altına inmesi gerektiğini, düzenlemenin, her yıl sonunda yapılan güncelleme çalışmaları kapsamında gerçekleştirileceğini ifade etti. Böylece gıda fiyatlarındaki artış ve azalışlar enflasyon oranını daha az etkileyecek.

Bunun ne anlama geldiğini birazdan açacağım. Ama bu enflasyon gündeme geldiğinde TÜİK’e iş buyurma durumu yeni değil. Hatta gereğinin yapıldığı örnekler de var.

Bilimsel ve objektif kriterlere dayanarak veri üretmesi beklenilen bir kurumun talimatlarla hareket etmesi hem acı hem de düşündürücü.

Sonuçta TÜİK kanunla kurulmuş, kamu kaynaklarını kullanarak faaliyetini sürdüren bir kurum. Bu kurumun görev ve yetkileri yasa ile tanımlanmış durumda. Bu yetkiler ve görevler arasında, enflasyon verileri yüksek çıktı diye morali bozulan bakanların talimatlarını yerine getirmek yok! Buna karşın işin doğası gereği kurumun topluma karşı bir takım sorumlulukları var.

Ne yazık ki bu sorumluluklar kolayca unutulabiliyor. TÜİK neredeyse siyasal iktidarın beklentilerine karşılık vermek adına sürekli olarak yöntem değiştiren bir kurum haline geldi. Başarısızlığı gizlemek ya da yeni “başarılara” imza atmak için gerçekliğe değil, oyunlara ihtiyaç duyuluyor belli ki.

Halbuki TÜİK’e talimat vermek ilgili kanunun çiğnenmesi anlamına geliyor. 5429 sayılı Türkiye İstatistik Kanunu’nun Bilimsel ve Teknik Özerklik başlıklı 17. maddesinde “programın uygulanmasında, Kurum çalışanları ile diğer uygulayıcı birimlere, veri kaynakları, istatistikî yöntem ve süreçlerinin seçimi, dağıtımın içerik, şekil ve zamanı ve istatistikî gizliliğin uygulanması başta olmak üzere, hiçbir konuda talimat verilemez” deniyor. Ama yasayı kim takıyor.

İklim değişir mi?

İstatistiklere müdahale açısından en etkin sonuç alıcı düzenleme Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nda 2 yıl önce yapılan değişiklikti. Yapılan yöntem değişikliği ile öznesi istatistikler olan bir devrim yaşanmıştı. Türkiye’nin 1 yılda gösterdiği gelişme göz yaşartıcıydı. (konuya ilişkin o dönem yazdığım yazı için http://serkanongel.blogspot.com.tr/2014/09/yontem-degisir-iklim-akdeniz-olur.html)

Yine 2014 yılında işsizlik verilerinde yöntem değişikliği yapıldı. Yeni yöntem ile bir gecede resmi olarak hem işsiz sayımız hem de işsizlik oranımız azaldı.

Siyasal iktidarın enflasyonla kavgası ise hiç bitmedi. Öncelikli olarak enflasyon sepetinin her yıl güncellenmesini sağlayan bir düzenleme yapıldı. Sonrasında enflasyon belirleme yöntemine dair bakan düzeyinde müdahaleler başladı. 2011 yılında dönemin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan “Makro dengeleri kira ve erik mi belirleyecek?” diyerek kuruma müdahale sinyali vermişti. Şimdi ise Zeybekçi gıdanın payını azaltmaktan bahsediyor.

Sepette gıdanın payının düşürülmesi hangi objektif ve bilimsel kritere göre gerçekleştirilecek sorusunu bir kenara bırakıyorum. Peki gıda payı düşünce ne olacak? Enflasyon gıdadaki artışlardan daha az etkilenir olacak. Sonuçta beklenti enflasyonun bu yolla düşürülmesi.

“Enflasyonun beklenenden düşük görünmesinin kime zararı var?” diye sorabilirsiniz. İşçiye, emekliye, emekçiye var. Sana, bana var. Makro denge adına size enflasyon oranındaki artışlar dayatılırken, yine aynı gerekçe ile gerçek enflasyon oranı aşağı çekiliyor. Aradaki fark gizli yoksulluğunuz oluyor.

Birleşik Metal İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) bir süredir bu soruna dikkat çeken araştırmalar yayınlıyor. Bu verilere göre enflasyon hesaplaması ile harcama düzeyi arasındaki fark nedeniyle resmi verilere yansımayan bir yoksullaşma yaşanıyor. Bu oran en iyi tahminle yüzde 10’lar civarlarında. İşte gıdanın payının düşürülmesi ile bu oran artırılmak isteniyor.

Makro denge diye ekmeğimizden çalmaya, bunu da gizliden gizliye yapmaya kimsenin hakkı yok! Olmamalı…