'Hesap verdiğini görene kadar yaşamak istiyorum'
“Ankara’yı Melih Gökçek’e rağmen çok severim” diyen Metin Uca: Atatürk Orman Çiftliği’nden geçerken çok canım yanıyor. Ne kadar yaşamak istiyorsunuz’ diye sorarsanız, AOÇ’ye bunu yapanların hesap verdiğini görene kadar

ÖMÜR ŞAHİN KEYİF - omursahinkeyif@birgun.net
Söyleşinin hemen ardından yanıma yaklaşan orta yaşlı bir kadın, onu ekranda izlemeyi özlediğinden bahsederek, ‘Ama artık çok zor’ dedi. Serzenişin ilk kısmını paylaşan Metin Uca’nın ikinci kısımdaki pesimist yaklaşımdan uzak halini, değişime dair umudunu vurgulayarak başlamak gerek. Kendisini epeydir ekranlarda göremiyor olsak da sahne ve sosyal medya gibi farklı alanlarda yaptığı çalışmalarla, fark ettiklerini aktarmaya devam ediyor oluşunun da bu umutla bir ilgisi var.
Uca, şimdilerde Yeşim Salkım’la birlikte ‘Ve Kadınlar Ve Adamlar’, Kürşat Başar ve İlhan Şeşen’le birlikte sahnelediği proje ve Hakuna Matata isimli tek kişilik gösterisinin yanı sıra akıllı telefonlar-tabletler için tasarladığı ‘Gaf Dağı’ isimli oyunla da gündemde. Siyaset ya da medya gündeminden tanıdığımız isimlerin gaflarının soruya dönüştürülmesiyle ortaya çıkan ve hafızalarımızı taze tutumaya çalışan oyun, ücretsiz olarak indirilebiliyor.
Uca, sohbetimiz sırasında ise Türkiye’nin müzikal öyküsünü anlatan ‘Klasi-komik’ isimli bir proje üzerinde çalıştığını anlatıyor. 13 kişilik kadın orkestrası ve üç solistle sahneye konulan gösteri Türkiye’nin müzikal çeşitliliğinden doğan zenginliğe vurgu yapıyor. Uca, ocak sonrası ise bir yarışma programıyla ekranlara dönebileceğini müjdeliyor.
>>Bu dönemde ekran önünde olmanız artık mümkün değil mi?
2011’in şubatından beri televizyon işi yapmıyorum. Medya iktidar ilişkilerinin farklılaşması, medyanın el değiştirmesinin de bunda katkısı var mıdır, çok fazla alınganlık göstermek istemiyorum ama onlardan daha önemlisi işini kötü yapıp yapmamakla ilgili... Yaklaşık üç yılda birkaç iş geldi, ama içinde yer almak istemedim. Bazılarının da gireceği kanallarda çalışma şansım olmadı.
>>Ne tür programlardı bunlar?
Hepsi yarışmaydı, çünkü benim artık Günaydın Türkiye gibi bir sabah programı yapmam, bugünün medya iktidar ilişkileri içinde imkaânsız. Hoş bir nostalji olarak hatırlıyorum. Gelen öneriler içinde yer almadığım için kendimi mutlu hissediyorum. Ama bir ya da iki tanesini çok istedim, onlar da başka kanallara gittiler ve orada hezimetle sonuçlandı. Son olarak Passaparola’yı beraber yaptığım arkadaşımın getirdiği çok hoş bir format vardı, (Yedide Yedi) hiçbir sıunucuyu kabul etmeyerek kendileri denediler. 13 hafta bile sürmedi...
>>Günaydın Türkiye’yi bugün yapamam diyorsunuz, peki ya yarışma programları? Sizi herhangi bir projede ekrana çıkarmak ‘risk’ mi?
Biat kültürünün, kendisi gibi düşünmeyen herkesi düşman olarak algılattığı bir sisteme dönülüyor. Bütün değerlendirmeler de bu algıya göre yapılıyor. O zaman deniyor ki ‘Sizin yarışma sunmanız da tehlikeli değil mi?’ Niye olsun? Bu adam muhalifse, işini yaparken de muhaliftir! Eğlendiren bir iş yaparken nereye sıkıştıracaksınız? Sizin getireceğiniz prestij, izlenirlik ya da reklam kazancının; olası bir tehlikenin götürecekleriyle kıyasladığınızda, hiçbir anlamı kalmıyor. Böyle bir ortamda da benim yarışma programı sunmak dışında bir şansım kalmıyor, format bakmaya devam ediyorum. Hiçbir zaman umudumu yitirmedim. Koşullara uyum sağlamak teslim olmak demek değildir. Uzlaşmaya evet ama aynaya bakamaz hale gelmeye hayır. İnsanların reyting sistemi içindeki değişimini sömürmeyen, amacı eğlendirirken anlatmak olan bir formatla televizyon işi yapmak istiyorum.
>>Özlediniz mi?
Özledim, zannediyorum televizyon da beni özledi. Amacım, Türkiye’deki en iyi 10 sunucudan biri olmaktı, hala öyle olduğumu biliyorlar, buna rağmen eğer bir şey olmuyorsa bu sadece benden değil biraz da televizyonların içinde bulunduğu darboğazdan.
>>Aşılacak mı?
Umutsuz değilim, çok önemli bir toplumsal muhalefetin oluşmaya başladığının farkındayım. Her kaos kendi sistemini getirecektir, şu anda da değişim sancısı yaşanıyor. Toplumsal delirme dönemi yaşıyoruz... Çok baskı gördüğümüz dönemler oldu, ama bütün bu baskıyı hem göğüsleyebilen medya profesyonelleriyle çalıştık hem de bu baskı yok etme noktasına varmıyordu. Eleştirinin düşmanlık olarak algılanmaya başlanması, eleştiren herkese karşı ona göre konum alınmasıyla, asıl akıl hastalığının başladığı dönem oldu.
>>Medyaya baskılar daha önce yok etmeye varmıyordu dediniz. Bugünün farkı bu mu?
Hayatını sadece bu işi yaparak kazanan ve medya yda gazetecilik erdemlerini yitirmeden bu işi sürdürmek zorunda olan insanları kapının önüne koydular, işsizliğe mahkûm ettiler. Medya çalışanlarına karşı, özellikle son üç yılda, bir güç sarhoşluğu ve ona bağlı yarı diktatörlük özlemlerinin yükselmesiyle, adaletsizliğin en yoğun yaşandığı alan oldu medya. Çok nitelikli gazeteci ve televizyoncunun işine son verilmesini her seferinde acıyla izledim. O örgütsüzlüğün, dağınıklığın etkisini gördüm.Yaşananları gazeteciliğe karşı soykırım olarak da görmek lazım.
>>Tüh kitabı için “Ülkenin içine bir şeyler yapıldığını düşünüyorum ve yapılanları da en iyi anlatan formun klozet olduğunu düşünüyorum” demişsiniz. Mimarlar Odası’nın klozet kapağına benziyor diye açıklama yaptığı AK Saray için neler söylersiniz?
Kitap çıktığında (AKP’nin) yedinci yılıydı, şimdi ‘tüh tüh tüh’ yazmam lazım. Binanın formunun neye benzediğini bilmiyorum. Mimarlar diyorlarsa bildikleri bir şey vardır. Benim için şeklinden çok tamamının kaçak olması önemli ve bu kaçak binanın da hiçbir yer kalmamış gibi Atatürk’ün mirasının üstüne konması. Ankara’yı Melih Gökçek’e rağmen çok seven birisiyim, AOÇ’den geçerken çok canım yanıyor, Ne kadar yaşamak istiyorsunuz’ diye sorarsanız, AOÇ’ye bunu yapanların hesap verdiğini görene kadar...
‘Gökçek tekmeletti’
>>Eski bir mevzu ama, Melih Gökçek sizi dövdürdü mü Kanal D muhabiriyken?
Evet tekmeletmişti. Siyasetçiler baş edemediklerine karşı öyle şeyler yaparlar, mafyatik geleneği olanlar da daha çok yaparlar. Televizyonda bir diziyle ilgili söylediğim şeyden sonra da saldırıya uğradım. Bunlar normal. Çünkü - bugün Dünya Felsefe Günü- ‘Felsefe yapma lan’ diye kavga başlatılan bir ülkede felsefe derslerinin kaldırılıp; büyü fal, olağanüstü fantastik olayların hayatımızın her alanına sokulduğu bir dönemden geçerken dünya felsefe gününü kutlamak çok hoş bir kara mizah örneği.
>>’Tam Metin Ucalık’ yani...
Bence yine yapan arkadaşlarım var hepsi de farkındalar. Ben sabah İrfan Değirmenci’yi de İsmail’i (Küçükkaya) de izlemeyi çok seviyorum. Çok zor koşullarda güzel iş yapıyorlar, ama içine mizah katılamayacak kadar da acılı bir durum var. Bazıları için korkunun egemenliğinin özellikle toplumsal olayların yoğunlaştığı dönemde, paniğe dönüştüğünü ve o panikle de ‘neyi görmeyelim’in ‘neyi haber yapabiliriz’in önüne geçtiğini görüyorum.
Atilla Taş’ı severim
>>Ermenek haberlerinde lastik ayakkabının öne çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaşadığımız cinnet halinin şiddetin, kazaların, ibret öyküleri halinde yansıtılmasının temel nedeni haberde göremediğimiz şeylerden kaçışımız. Gıslaved lastik meselesinde, bilmiyor muyduk Anadolu’da böyle yaşayan onbinlerce insan olduğunu. 11 liralık Gıslaved lastiğin yerine yenisinin verilmesiniden daha önemlisi, bu noktaya gelene kadar neredeydiniz sorusu ve o işçinin nasıl göz göre göre bir iş cinayetine kurban gittiği. Toplumsal olaylara şaşı bakmaya başlayınca, bir simge olayın önüne geçebiliyor. Bazı siyasetçiler o yüzden rahatça Amerika’nın keşfinden bahsedebiliyor; bunlar kaç-AK sarayın maliyetini, yapılış sürecindeki yasadışılıkları ortadan kaldırıyor. Onun yerine ben de dahil olmak üzere Fidel Castro’nun kaç rekat kaza namazı kılacağını yazdık... Mizah bunlara karşı bir dayanma gücü. Atilla Taş’ı severim, şimdi daha çok seviyorum. Çünkü güçlünün yanında durmama erdemini gösteren biri. Siyaseten AKP’nin yanında duran sanatçılara bir şey söylemiyorum, en azından kendi dünya görüşleri doğrultusunda hareket ediyorlar, bir de sonradan, çıkar ilişkileriyle yanında durmaya çalışanlar var, onlar sadece gülünç oluyorlar.
‘Yüzüme nasıl bakacak?’
>>Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na Fazıl Say yerine Yavuz Bingöl’ü tavsiye etmişsiniz...
Çok konuşmak istemiyorum Yavuz konusunda. Kendisi aynaya bakabiliyorsa sorun yoktur. Tanıdığım birisi. Bir tek, çok saygın annesi hanımefendiye hesabını umarım verebiliyordur. Bana, Sivas Katliamı’nda babası Nesimi Çimen’i kaybetmiş dostum Mazlum Çimen, ‘Benim yüzüme nasıl bakacak’ dedi, Allah beni o duruma düşürmesin...
>>Ne zaman dönüyorsunuz ekranlara?
Şu anda bekleyen iki güzel yarışma var. Format yurtdışı. Yine yapım şirketleri aracılığıyla görüşüyoruz. ocağa kadar bir şey olma şansı yok, yeni yıl için umut doluyum, bak söylüyorum, konuştuyduk dersiniz...
>>Haka dansı gönderelim mi?
Haka dansını hep hakedenlere gönderdim,. Bu röportajı okuyanlara da bir önerim var, lütfen alt alta 20 isim yazsınlar. Bir yere bakmadan yazsınlar ama... Son dönemde yaşadığımız utanmazlıkları gerçekleştirenlerden kimleri ilk 20’de görmek istiyorlarsa... Hem Haka dansının ruhuna çok uygun olacak bu tavır hem de yaşadığımız günleri bir daha hatırlatacak. Benim listemde kimlerin birinci sırada olduğunu herkes zaten biliyor, her zaman da orada kalacaklar, öyle görünüyor...
***
'Eşek olsa yüzde 40 alır'
“MERKEZ sağda bir boşluk var, AKP orayı işgal ediyor, doldurmuyor. Temel sorun solda değil, merkez sağda bir yapılanma olmadığı sürece eşeği bağlasan yüzde 40 alacak. Toplumsal eşitsizliğin, adaletsizliğin getirdiği büyük bir gelir dağılımı adaletsizliği, bunu gidermeye yönelik verme kültürü var. AKP ‘biz gidersek bu sosyal sistem çöker’in altını çiziyor. Bunun bir ilüzyon olduğunu Van depreminde de 301 işçiyi kaybettiğimiz iş cinayetinde de gördük. Adaletin hali meydanda, kalkınma da böyle bir kültürsüzlük kültürüyle şekilleniyor. Tabii ki CHP’ye de söyleyecek birçok şeyim olabilir, ama dünyanın hiçbir ülkesinde görmediğim bir rezillik var, sanki bunların bütün sorumlusu muhalefetmiş gibi çak dur ona, dünyanın en kolay, aynı zamanda en alçakça işi.”
***
'Keşke haklı çıkmasaydım'
>>Referandum sürecinde, hayır çağrısı yapıp ‘Faşizme gidiyoruz’ demiştiniz. Geriye dönünce ne görüyorsunuz?
Hiç yanılmadığımı görüyorum, doğru bir noktada durmuşum. Ben iki madde hariç geri kalan bütün değişimlere oy vermeye hazırdım. Ama öyle bir namussuzluk yaptılar ki ele geçirmeye çalıştıkları yapıyla (HSYK) ilgili bütün düzenlemeleri Anayasa değşikliğinin içine koydular.
Keşke zaman beni haklı çıkarmasaydı. ‘Yetmez ama evet’ diyenlerin; 12 Eylül’ü yargılayacağız, gibi havuçlarla kandırılanların; hesaplarını kendilerine vereceklerini düşünüyorum.