Çamurlu boş sahalarda top oynardık, soğuk Munzur’da, sıcak Harçik’te yüzdük. Mahalleler arası kavgalar ederdik, kederli şarkılar söyledik. Dersleri çok çalışmaz ama hep başarırdık, Türkçe Zazaca karışımı bir dille konuştuk. Bir gün geldi dağıldık, herkes bir yere savruldu. Hani bu yıllarda teog sınavında birinci çıkıyor ya dört dağlılar, üç beş dakikalık göz yaşartan videolara konu oluyor ya mesela Adil Can Kurallar, bundan tam otuz yıl evvel üniversitede sınavlarında da birinciydik. Köyler daha yakılmamış, ocakların ince sis dumanı kesilmemiş, yoksul ama sıcak evlerde ders çalışma imkânı tarumar olmamış, insancıklar henüz insanlıktan çıkmamıştı. Herkesin birbirine hayallerini anlattığı, büyük işler başaracağını safça söylediği o seksen sekiz yazında, kendimizinkini ve hele Heydo’nun yazgısını hangimiz bilebilirdi ki.

Heydo Bursa’ya gitti, üniversite okumaya, büyük idealleri başarmaya, başına o işler gelmeden. Heydo’ya sorarsanız, o işler kötü değildir, hayatı bir anlam kazanmıştır, falan filan. Bana sorsan, düşünceleri elbette saygıya layık, ama bu uğurda ödediği bedele gelince kafam biraz karışık ki, anlatacağım birazdan. Neyse, efendime diyem, Heydo’nun hayatı Uludağ’da değişti, iyilerin yanında hele kötü şeylerin başından eksik olmayacağı bir dönem başladı.

Heydo, Bursa’ya varır varmaz, upuzun bıyıklı, bin çizgili çehreli kokımlardan dinlediklerinden, aç susuz, takatsiz, nereye gittiğini bile bilmeyen bir kafilenin içinde, hiç aman vermeyen peşlerindekilere yakalanmamak için, kendi elleriyle ağlamaktan helak düşmüş bebesinin sesini kesmek için boğmuş lanetli anaların sessizliğinden bildiği tarifsiz acıdan, Pirgiç’te, Galvasu’da, Şeğank’te Türkçe bilmeyen köylülere, insanın gözünün içine kederle bakarak konuşan haywanlara, dost ağaçlara ve dilsiz evlere yapılanlardan dolayı -belki bunların farkında bile olmadan-, isyancı oldu. O zamanlar isyancının bir yeraltı örgütü, yeraltında bir giz adı, kuytudaki randevularda karşılaştığı ve nazlı bir sevgiliden öte değerde yoldaşları ve neticede eylemleri vardı. O zamanlar -Heydo’nunki dahil-, bir örgüte girmek hem çok zor, hem çok sıradandı. Asimilasyon da vardı, baskı da, bizim devletin sınırının hemen ötesinde eşit, adil, sosyalist bir toplum da.

Günler hınçlı bir ırmak gibi aktı, cumartesi pazara, pazartesi salıya, haftalar aylara döndü, herkes bir şehirden, Heydo Uludağ’dan döndü, yazın hayalleri olan çocuklar, artık birer siyasi adamdık. Yüzünün ortasını kapatan bir bıyık bırakan Heydo, onun yanıbaşında simsiyah bir sakal salmış, yüzü hem bir eski zaman dervişine, hem bir Awrupalı filozofa dönmüş, insanın hep gözlerinin içine bakarak, eski bir masalcı kadar sakin, koyu ciltli kitaplar gibi anlatıyor. Kırların kentleri kuşatması, kızıl siyasi iktidarlar diyor, bir elinde sarma cığarası, diğeriyle Munzurları, Zel’i, Haydaran’ı işaret ediyordu.

Bu gizli hayatın elbette bir de polis takipleri, istihbarat ağı, ayda bir veya birkaç ayda bir tekrarlanan tim operasyonları, işkence, hapishane ve mahkumiyet gibi gurur dolu yan ürünleri de söz konusuydu. Çok geçmedi, Heydo düştü içeri, bir yeri mi soymuş, adına kamulaştırma diyorlardı. Sonra Heydo için, yarın çıkacakmış gibi bir hapishane dönemi başladı. Derken Heydo ansızın müebbetle yargılanmaya başlandı. Mahkemesi, neredeyse yaşı kadar sürecekti, tabii bunu seksen dokuzun o kış ayında ne Heydo, ne de biz bilebilirdik.

İlk duruşmalar, zincirle sevkler, geceyarısı sürgünleri, tik tak saatle sayılan açlık grevleri, yalın ayaklı protestolar derken, bu arada sosyalizm birden büyük bir gürültüyle çöküverdi. İçeri kapatılmasının onu devirip yirminciye ilerlediği senelerin birinde, ben meslek sahibi biri, o sakalları daha da uzamış, sesi kalınlaşmış, hareketleri ağırlaşmış, ben ülke hapishanesinde biraz hür, o uzun yıllar hücrede kalmanın etkisiyle bakışları esmerleşmiş bir halde, ben evli ve iki çocuklu, o eline belki bir kadın eli bile değmemiş, Erzurum’da bir yüksek güvenlikli hapishane odasında buluştuk. Gözleri de epey bozulmuş, -beni sesimden tanıdı-, inancını ve umutlarını anlattı. Sosyalizmin yıkılması onu pek etkilemişe benzemiyordu, mücadele bir gün yeniden yükselecek, sosyalizm yeniden doğacak dedi, -elini hapishane hücresinin tavanına doğru sallıyor-, ama hapishanelere eski sıklıkta sosyalistlerin gönderilmediğini de söyledi.

Amerika’da Demokrat Parti adaylarından Sanders eksenli sosyalizm tartışmaları sürerken, bir baktım dün, görülmüştür damgalı bir mektup gelmiş Heydo’dan, ta Erzurum hücrelerinden Cinnah sokağa, gül ekerim eskimeyen ömrüme, bak içim gül bahçesi, diyen benim lise arkadaşım içeride yirmi yılını bitirmiş, otuza, yaşı elliye gidiyor. Ne doksan bir, ne doksan dokuz affına sığmayan Haydar Sönmez, iki müebbet birden almış, oysa iki ömrü bile yok yatmaya, yardım bekliyor, eski lise günlerinden.