Semih Lütfü Dördüncü, dergiler de yayımlayan Babıâli’nin köklü yayıncılarındandır. Naci Sadullah ile anlaşması vardır, imzalı imzasız her yazısına 15-20 lira verecektir.
Kemal Sülker’in anlattığına göre Naci Sadullah her hafta iki-üç yazıyı Semih Lütfü’ye göndermektedir. (Anılara Yolculuk, Yazko, 1983)
Bir hafta üç yazı için 45 lira beklerken 65 lira gönderildiğini görünce patronunun bu cömertliğine alkış makamı tutar.
Ve patronunun bu cömertliğinin nedenini öğrenmek ister.
Naci Sadullah’a göre aslında bu yazısının beş para değeri yoktur.
Semih Lütfü, Naci Sadullah’ın 30 lira değer biçilen yazısının niçin iki kat parayı hak ettiğini göstermek için müsveddeleri getirir. Naci Sadullah’a yazısının sayfalarını ve her sayfadaki karalanmış sözcükleri, silinmiş yarı cümleleri gösterdikten sonra şöyle diyecektir:
“Bunca emek vermişsin, kafa patlatmışsın, buna normal yazı ücretinin iki katını vermek benim boynumun borcudur.”
Naci Sadullah, bundan sonra değerini iki katına çıkarmak için yazısını karalamalar, silinmiş yarı cümlelerle donatacaktır.
Kemal Sülker, bir gün ‘Tan’ gazetesinde Naci Sadullah’ın odasında otururken Mahmut Yesari gelir.
Sıkıntılıdır ve elinde bir pusula vardır.
“Naci,” der, “Bu gece nişanlımla akşam yemeğine çıkmak zorundayım. Hiç param yok. Zekeriya’ya (Sertel) bir roman yazacağımı söyledim ve avans istedim. O da elime bir pusula verip, ‘Halil Lütfü’ye git’, dedi. Halil Lütfü de, ‘Romanın tümünü getir, 20 liradan hepsinin bedelini ödeteyim,’ demez mi? Ortada sadece romanın adı var, kendisi yok. Ben şimdi ne yapayım?”
Naci Sadullah, “Sana 100 lira yeter mi bu gece?” der.
“Yeter de artar bile...”
“Peki, ben sana 100 lira bulacağım, sen de yarın romanını getir, paranı al ve borcunu öde!”
Yesari şaşkınlık içindedir:
“Ne diyorsun? Bir gecede roman yazılır mı?”
Naci Sadullah kahkahayı basar:
“Bilmez miyim? Peki, senin düzeltmelerini yaptığın romanlarının müsveddelerinden elinde kalan yok mu?”
“Var, son olarak Dağ Rüzgârları’nın düzeltmelerini yapmıştım. Roman da basıldı.”
“Yazacağın romanın adı ne?”
“Sağanak Altında...”
“Tamam... Bir kâğıda romanın adını yaz ve imzanı at, ikinci sayfaya 1. bölüm yaz, altına da bir bölüm başlığı yakıştır. Yazacağın romanı düşün ve iki-üç sayfasını tamamla. Sonra Dağ Rüzgârları’nın müsveddelerini 4. sayfadan bu yeni romanın altına koy ve getir, Halil Lütfü’ye ver.”
Dağ Rüzgârları’nın müsveddesi 400 sarı defter sayfası kadardır.
Naci Sadullah hesabı çıkarır:
“400 sayfa, yirmişer liradan tefrikası... Günde üç sayfasını yayımlasalar 130 tefrika eder. Yirmişerden 260-275 lira... Yarın getir bunları al paranı, ver borcunu...”
Yesari, sevinç gözyaşları ile ‘Tan’dan ayrılır.
Naci Sadullah, Kemal Sülker’e daha sonra şunları anlatacaktır:
“Ölümünden sonra Mahmut Yesari için yazılan manzum, mensur bütün kasideler bana rahmetli dostuma, hayatta iken yaptığım bir nükteyi hatırlattı. Bu nükteciği yaptığım sıralarda bir İstanbul gazetesince açılan anketle okuyuculara kimlerin heykelinin dikilmesi gerektiğini soruyorlardı. Yanıtları yayımlanan okuyucuların, heykellerinin dikilmesini istedikleri ünlüler arasında Mahmut Yesari’nin ölmez adı da vardı. Oysa heykelinin dikilmesini istedikleri romancı, yaşamının en talihsiz günlerinde, insanlar arasında canlı bir sefalet heykeli halinde dolaşıyordu. Bunun içindir ki, yaşamının o günlerinde bana, ‘Az kazanmamak için çok yazmaya alıştım. Artık beyaz kâğıttan korkum kalmadı, parmaklarım yoruluyor, fakat kafam dinç kalıyor.’ diyen dostuma verdiğim yanıt şu olmuştu:
“Heykelini dikmek için harcayacakları parayı sana verseler, sen istedikleri alanda heykel gibi dikilir durursun, değil mi Mahmut Yesari?”