Heykellerin bilinci nerededir?

Budapeşte şehir merkezinde, Tuna Nehri’nin Doğu kıyısında getto bulunur. Turistik bir gezi alanına dönüşmüş olmasına rağmen gettonun sokaklarında tuhaf bir hüzün duygusu vardır; ülkenin anti-semitik yasalarının mimarı faşist Bálint Hóman’ın Almanlarla yaptığı işbirliğinin bir sonucu olarak bu gettoda yaşayanlar başta olmak üzere 500 binden fazla insanın sırf Yahudi oldukları için toplama kamplarına gönderildiğini bilmeseniz bile o hüznü hissedersiniz.

Gettonun biraz ilerisinde Szent Istvan Parkı’nı görürsünüz. Nehrin kıyısındaki bu güzel yeşil alanda bir ‘boşluk’ hissiyle karşılaşırsınız; bundan sadece 10 ay önce parkta bulunan György Lukács heykelinin ülkenin koyu faşist politik oluşumu Jobbik (Daha İyi Bir Macaristan Hareketi) ve Başbakan Orbán işbirliğiyle 28 Mart’ta kaldırıldığını bilmeseniz bile, yerinden sökülmüş bir azı dişinin bıraktığı boşluğu hissettiğiniz gibi hissedersiniz heykelin yokluğunu...

Lukács 20. yüzyıl estetik kuramı ve felsefesine büyük katkıları bulunan bir komünist düşünür. Stalinist olduğu dönemde, özellikle ‘toplumcu gerçekçilik’ hakkında ürettiği düşüncelerin bir kısmı o kadar sığdır ki, koskoca Sovyetler Birliği’nin kültürel düzeyde Jdanov gibi adamların eline düşmesinin niçin hiç de şaşırtıcı olmadığını anlarsınız. Neyse ki Lukács bu dönemi aşmayı başarmış, Stalin sonrasının en önemli sosyalist estetik kuram ürünlerinden bazılarına imzasını atmıştır. Hiçbir çalışmasını okumamış olsanız bile en azından o çarpıcı cümlesini duymuşsunuzdur: “En kötü sosyalizm en iyi kapitalizmden daha iyidir.’’

Jobbikçiler Şubat 2017’de heykelin kaldırılması için girişimde bulunurken düşünürün Macaristan’ın komünist geçmişindeki kanlı isimlerden biri olduğunu söylemiş, örnek olarak da 1919’daki devrim girişimi sırasında Lukács’ın emriyle sekiz kişinin idam edilmesini örnek göstermişlerdi.

Ama bu vandallığın tek nedeni Lukács’ın komünistliği değil, bir de ailesinin Yahudi geçmişi var. Jobbikçiler Lukács’tan söz ederken Löwinger ismini kullanmaya özen gösteriyorlar. Löwinger ailesinin neredeyse 100 yıl önce tümüyle asimile olduğu, hele sosyalist György Lukács’ın Yahudilikle hiç ilgisinin olmadığı gibi basit gerçekler Jobbikçi faşistleri ilgilendirmiyor, onlar tıpkı ataları Bálint Hóman’ın yaptığı gibi ‘kan’ üzerinden yazılmış kayıtlara bakıyor.

Heykel dediğiniz şey bir varlık-hiçlik meselesi değil sonuçta; Lukács o heykelle Lukács olmuş, heykel yıkılınca da ölmüş değil. Ama Jobbik-Orban ortaklığı sadece heykeli kaldırmakla yetinmedi, Lukács’ın evini de kapattılar. Parka dört kilometre mesafede, Szabadsag Köprüsü’nün Doğu ucunda bulunan ev Lukács’ın ölümünden sonra Lukács Arşivleri olarak tanımlanan akademik bir araştırma merkezine dönüştürülmüştü. Artık yok…

Jobbikçilerin sloganı “Macaristan Macarlarındır”. Uygulamaya bakılırsa, Türkiye’de yaşayanlara çok tanıdık gelen bu sloganın açılımı şöyle: Macaristan’ sadece Katolik Macarlara, Protestan Macarlara ve aşırı sağcı Macarlara aittir. Macaristan bunların dışındakilerin değildir, komünist ve Yahudi Macarların hiç değildir!

Gyorgy Lukács’la tüm dünyanın övünmesi gerekiyor aslında; Yahudi kökenli olduğu için değil, komünist olduğu için de değil, insanlığın entelektüel varlığına yaptığı katkılardan dolayı… Ha, bunu bizzat “Ucube!” diye yaftalayıp heykel yıktırmış bir cumhurbaşkanının Leyla Gencer, Suna Kan, Fazıl Say gibi müzisyenleri, Muhsin Ertuğrul, Afife Jale, Yıldız Kenter gibi tiyatrocuları, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt gibi yazarları, Metin Erksan, Yılmaz Güney gibi sinemacıları ve daha nice sanat-kültür insanını yok sayarak kendi ülkesi hakkında “Batılılıktan söz edenlere soralım: Dünya çapında bir aktör, bir gitarist yetiştirebilmişler mi?” diyebildiği bir ülkede söylemek garip tabii… Ama işin gerçeği bu işte: Orbán/Trump/Putin/RTE gidecek, Jobbikler/AKPler gidecek, bir dikili heykelleri olmasa bile Lukácslar kalacak. Heykellerin bilinci o heykellerde saklı değil çünkü...