İnsanın aklına gelmiyor değil, bazı şeyleri sırf pislik olsun diye mi yapıyorlar acaba?

Belli ki Liseliler asabını pek bozdular. “Gezi’yi tekrar aklına getirdiler” diyemeyiz, hiç aklından çıkmıyordu ki. Ama Liseliler onu yine madara etti ve Gezi’si kaşındı… Çünkü en ifrit oldukları, madara olmak. Ve son Cihangir protestosunda bile TOMA’lı polis “gülmeyin lan!” diye anons yapıyor.

Bir vakitler çok ekmeğini yedikleri mağdurluk sızlanmalarında çoktandır yine madara oldular.

Bizim cenahta ise 2010 referandumu öncesinde Oğuzhan Müftüoğlu “12 Eylül’ün mağdurları” edebiyatı karşısında NTV canlı yayınında cümlemize moral veren dik duruşuyla şöyle haykırmıştı:
“12 Eylül darbesine karşı mücadele eden topluluğun bir bireyi olarak kendimi 12 Eylül mağduru görmüyorum. Türkiye’nin o günkü mevcut düzenine karşı, o faşist diktatörlüğe karşı mücadele ettik, onun bir bedeli varsa bunu ödedik. Burada bir mağduriyet söz konusu değildir. Biz 12 Eylül’ün muhatabıyız.”

Siyasi İslam faşizmine, AKP diktatörlüğüne karşı mücadele eden topluluğun bireyleri olarak da kendimizi asla mağdur görmüyoruz. Bu faşist diktatörlüğe karşı da mücadele edeceğiz, bir bedeli varsa ödeyeceğiz. Burada başımıza gelenler ve gelecekler bakımından bir mağduriyet söz konusu olamaz, çünkü bizler de siyasal İslamcı faşizmin doğrudan muhataplarıyız.

Üstelik fenalıklarını anlattıkça böbürleniyorlar: İşte böyleyiz, canınıza okuruz, okuyoruz! Demek ki onların güç gösterisi karşısında “üzerimizden silindir gibi geçiyorlar” yakınması (bkz. mesela Nuray Mert yazıları) mağdurluk, nihilizm, çaresizliktir. Çare ise elbette sadece “birleşelim mücadele edelim, kahrolsun diktatörlük yaşasın demokrasi” demek olamaz ki… Çünkü “aslolan”, Raymond Williams’ın dediği gibi, “umutsuzluğu ikna edici biçimde açıklamak değil, umudu var etmektir.”

Şimdi bunlar var ya bunlar! Zaten teşhirciler. Yaptıklarını ve yapacakları hiçbir şeyi gizlemiyorlar, ironik şekilde siyasette tesettürsüzler. Şeffaf olduklarından değil. Tam tersine, müstehcen bir boyutta güç gösterisinde böyle bir vahşi faşist çıplaklığı çok faydalı görüyorlar. Çünkü gizleyecek bir şeyleri kalmadı. Çünkü zaten bugüne kadar ayyuka çıkan haltları, ayakları tökezlese hesaplarının görülmesine yetecek miktarda, bundan sonra suçlarını gizlemeye de gerek duymuyorlar.

Dolayısıyla, durum tespiti tahlillerini okurken artık sıkılıyorum. Şimdi Türkiye’yi yorumlamak değil değiştirmek lazım.



Elde var bir: Kendi iktidarlarına karşı olanları topyekûn yasadışı alana itme peşindeler. Gayet pişkin şekilde bir yandan faşizmi kurumsallaştırıyor, hukuku boş verip “yasal” hale getiriyorlar; buna itiraz edenleri, direnenleri de bir çırpıda yasa dışı hale düşürüyor, kriminalize ediyorlar. Hatırladınız mı? Hani “ileri demokrasi” filan diyorlardı, artık onu bile ağızlarına almıyorlar. Gerici demokrasi olmayacağına göre, “gerici” deyip geçmemek lazım, sahi gerici de neymiş? Bunlar var ya bunlar, bunlar yobaz! Hem de faşist yobazlar.

Elde var iki: Sokağa çıkıp miting yapacaksın, canlı bomba var… Sokağa çıkıp protesto edeceksin, artık sadece tomalar değil askeriyenin tankları topları uçakları devrede… Eee? Salon toplantıları mı yetecek?

Elde var üç: Öyleyse şimdi yatay örgütlenmeleri adım adım yaygınlaştırmak, evden eve, sokaktan sokağa, mahalleden mahalleye, fabrikadan fabrikaya iğneyle kuyu kazmaya devam etmek tek çare gibi… Bunlar A planımızdır ve hakikaten vazgeçilmezlerimizdir. Baksanıza son aldıkları bir karara göre çok “güvendiğimiz” interneti de cart diye kesince, cep telefonu hatlarını bile kesince, “klasik” tarz kalacak elimizde…

Bir de Gezi’nin tecrübesi… Ama onlar da Gezi’nin tecrübesine sahipler. Bu yüzden hiçbir şey eskisi gibi olamayacak. Ne demişti? “İç savaş çıkarsa ezer geçeriz!” Yani gözünü kararttığı belli. Böylece Kürtlerden sonra aslında sıranın Gezicilere geldiğini söylemiş oluyor. Ve bu sefer saha avantajını kullanıyor, bu sefer Ramazan “hassasiyetiyle”, muhalefeti Ramazan ayında sahaya çekmek istiyor, kışla yanına bir de cami koyacakmış… Çünkü “inançlı” ve o inancı da Ramazan’da laikleri daha kolay ezecek olması. Eh liseler de tatile girdi nasıl olsa…

Peki “ezip geçeriz” mi kazanır, yoksa can havliyle hayatta kalmaya çalışanlar mı?

Tabii ki er ya da geç gidecekler. Şimdi er ile geç arasındaki zaman dilimindeyiz. A planını yukarıda vurguladım. Şunu da hatırlatayım ki çok daha kötü günler için aklımızda olan ve yine “klasik” bir “B planı” artık birinci planımız haline geliyor. Elbette birleşelim, mücadele edelim. Ama bunu artık herkes biliyor ve söylüyor. Che ne demişti? “Savaşanlar kaybedebilir, ama savaşmayanlar çoktan kaybetmiştir.”
Birleşelim, mücadele edelim çağrısından öte… Böyle vahşi bir faşizme karşı başka ne yapılır? Yapılması gereken ilk iş mağdur değil muhatap olduğununu unutmadan “devam etmeyi” bilmektir. Bilenler bilmeyenlere anlatsın… Yapabilenler yapamayanları ikna etsin… Öyle bir direniş gerçekleşsin ki yenilmekle kalmasınlar, bir kez daha madara olsunlar!