Homeros’un Odysseia destanında tek gözlü devler olan Kikloplarla ilgili bir bir bölüm vardır.

Odysseus devlerin mağarasına girdiğinde onu yakalayan tek gözlü canavarlardan birine isminin “Hiç Kimse” olduğunu söyler. Sonra hikayenin en heyecanlı yerinde, Odysseus mağaradan kaçabilmek için devin gözüne bir kazık sapladığında, canavar acıyla bağırır ve arkadaşlarını uyandırır. Fakat kendisine saldıranın kim olduğu sorulduğunda, “Hiç kimse” diye cevap verdiği için, arkadaşları ona sırtlarını dönerler.

Kurnaz Odysseus böylece bir beladan daha sıyrılmış olur. Kimbilir kaçıncı kez.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin davaya dair kararını geçen hafta verdi. Sanıklardan Erhan Tuncel, ''Hrant Dink'i tasarlayarak öldürmek'' suçundan beraat ederken, Yasin Hayal müebbet hapse mahkum edildi. Ogün Samast ise aynı suçtan ağır ceza almıştı.
 
İlginç olan şu ki, mahkeme "Dink suikasti davası"nda yargılanan sanıklardan hiç birini "örgüt üyeliği"nden suçlu bulmadı. Anlaşılan bütün bu adamların Hrant Dink ile şahsi bir meseleleri vardı. Keyfekeder bir suç işleyelim demişler, kendilerini İstanbul’da bulmuşlardı.

Bu davanın başından beri, yani beş senedir, devletin bize anlattığı hikaye hiç değişmedi. Hep aynı şeyi temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyor. Oysa, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin’in davadan sonra basına söylediği gibi, bu dava devletin kendisi ile hesaplaşması için bulunmaz bir fırsattı. “Devletin siyasi cinayetler geleneği devam ediyor. Bunu bir kez daha tescil ettiler. Bu devletin katil, halkını bombalayan, imhacı, suikastçı, kundakçı gibi sıfatlarla yan yana anılmasından çok rahatsız olanlar devleti bundan arındırmak için hiçbir çaba sarf etmediler. Fırsatı da ellerinin tersiyle ittiler. Bu gelenekten arınmak, yüzleşmek, cinayetlere asla diyebilmek için bu dava eşsiz bir fırsattı. Ama onlar kullanmak istemediler.”

Gariptir, değişik kurumları ve kimi karanlık mekanizmaları ile aslında gayet karmaşık bir yapı olan devlet, bazen bir halk hikayesinin yalınlığında işleyebiliyor. Odysseus’un Kikloplarla olan hikayesindeki gibi kurnazca bir hamleyle, kamuoyunun gözünde kendini aklamaya kalkabiliyor.

Türkiye’de kamuoyu da tek gözlü bir deve benzer. Güçlü ama kontrolsüzdür. Neredeyse her zaman kolayca yönlendirilebilir. Yalnızca tek bir yöne bakan, tek bir bakış açısını tanıyan yarı-kör bir canavardır aslında. Solur gibi adam yemiştir bunca yıldır. Baktığı yere rast gelmediği için nice adaletsizliğe göz yummuş, sırtını dönüp uyumuştur. 

Hrant Dink davasında da hesaplanan buydu. Öncelikle alan belirleniyor, isim konuyordu. Cinayetin işlenmesinden bir kaç gün sonra, daha olayın sıcaklığı bile dağılmadan, devletin yetkili ağızlarından duyduğumuz ilk açıklamanın bunun örgütlü bir suç olmadığı yolunda olması bundandı. Yani devletin kurumlarından biri, olayın gidişatını tayin ediyor ve Dink cinayetinin bundan sonra hangi çerçevede tanımlanacağının işaretini veriyordu.

Onlara göre, Agos gazetesinin başyazarı ve bu ülkenin sayılı aydınlarından biri olan Dink, üç beş kendini bilmez tarafından öldürülmüştü.

Yani daha en başından katilin adını koydular. Hiç kimse.

Sonrası kolaydı zaten. Kanıtlar kimi işaret etse, ipuçları onları nereye götürse, artık cevapları hazırdı. Cinayeti işleyen belliydi. Hiç kimse.

En büyük zaafı tek gözü olan ve zaten gördüğünü tanımakta zorlanan kamuoyunu tamamen kör etmeye çalıştılar. Bağıranların sesini diğerleri duymasın istediler. Duysalar bile zaten sırtlarını dönüp gideceklerdi. “Hiç kimse” için kıllarını kıpırdatmalarına gerek yoktu. Bunu söyleyip işten sıyrılabileceklerini düşündüler.

Ama öyle olmadı. Kamuoyu bu sefer bu numarayı yutmadı. Hrant’ın arkadaşları meydanlarda toplandılar. Dev bir kalabalık olup sokakları doldurdular. Her şeyin farkındaydılar. Çünkü “tek gözlü” değillerdi. Kör hiç değillerdi.

Katilin yüzünü görmüşlerdi. Ve bunu hiç unutmadılar.