Google Play Store
App Store

Bu topraklarda feminizm diye bir kavram yokken bile kadınlar eşitlik mücadelesi veriyordu. Tarihçi Ceren Sungur ‘‘Feminizmin bu topraklara ithal edildiğini söylemek çok büyük bir cehalet’’ diye konuştu.

Hiç ‘makbul’ olmadık
Ceren Sungur BirGün’ün sorularını yanıtladı. (Fotoğraf: BirGün)
Sarya Toprak
Sarya Toprak
saryatoprak@birgun.net

Bu topraklarda kadın mücadelesinin geçmişi bilinenin aksine çok daha derin köklere dayanıyor. Osmanlı’da çıkarılan dergiler, gazeteler kadınların eşitsizliğe karşı nasıl direndiğini gözler önüne seriyor. 19’uncu yüzyıldan itibaren kendine dikte edilene başka başka biçimlerde biat etmeyen kadınlar bugün mücadele eden kadınlara büyük bir miras bıraktılar. Onların bıraktığı miras ve mücadele anlayışı Cumhuriyet kurulurken kadınların birçok kazanım elde etmesini sağladı.

Egemenlerin ve gericilerin ‘feminizmin ithal edildiği’ safsatasını da bu tarih çürütüyor. Tarihçi Ceren Sungur ile kadınların bu topraklardaki mücadele tarihini konuştuk. Sungur, feminizm diye bir kavram dahi ortada yokken Osmanlı döneminden bugüne kadınların eşitlik mücadelesi içinde olduklarını söyledi.

Okuldaki müfredattan popüler kaynaklara kadar tarih yazımında kadınlara rastlamak zor. Bunun sebepleri nedir?

Yalnızca kadınlar da değil yönetici olmayan sınıflar eksik aslında. 1950’lere kadar tarih yazımının konusu ve öznesi sadece büyük adamlardı, bu büyük adamlar da çoğunlukla yönetici sınıftan oluşuyordu. Bu bazen seküler yöneticiler bazen dini liderler bazen komutanlar şeklinde tezahür etti. Yani tarih aslında büyük adamların tarihiydi onların yaşamları, onların deneyimleri ve onların yaptıkları yazılmaya değer görülüyordu. Sıradan insanların tarihi yazılmıyordu çünkü onların hayatları önemli görülmüyordu. 1800’lü yılların sonlarında Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesiyle işçi sınıfı daha görünür hale geldi ve 1950’lerde Marksist tarihçiler örgütlenerek yönetici olmayan sınıfların tarihini yazmalıyız kararı alıyor. Fakat hâlâ kadınlar özelinde tarih yazımından bahsetmek mümkün değil. Tek tük kayda geçen olgular olsa da 1970’lere kadar kadınlara dair şeyleri de hep erkekler yazıyor. Kadın tarihini kadınlar yazınca daha farklı bir gözle bakabiliyorlar. Geçmişte yaşayan kadınlarla hala benzer çileleri yaşıyoruz çünkü. 1970’lerden sonra biraz biraz kadınlar bu şekilde tarihin öznesi haline gelebiliyor.

Osmanlı'dan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar olan dönemde de kadınların sürekli bir biçimde direndiğini gözlemleyebiliyoruz. Kadın mücadelesinin bu topraklara ait olduğunu ve köklerinin çok derinlerde olduğu açık…

Kadının kadın olduğundan dolayı ayrımcılığa uğradığını fark etmesi ve kendi hakları için savaşması için kendine feminist demesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama böyle bir şey yok. Serpil Çakır’ın bu konudaki çalışmaları çok yön gösterici bizim için. Osmanlı'da özellikle büyük şehirlerde yaşayan kadınlar arasında kendilerine yönelik bir ayrımcılık olduğunu fark ediş ve buna karşı çıkış olduğunu biliyoruz. 1300’lü yıllarda, 1700’lü yıllarda feminizmin f'si yoktu ama kadınlar bir şeylerin farkındaydı. Yani kadınların hep mücadele ettiğini feminizmin örgütlü bir hareket olarak ortaya çıkmasından çok önce, yazılı tarihe geçebildiği kadarıyla görüyoruz.  Osmanlı'da kadınlar hiçbir şeyin farkında değildi hayatlarından memnunlardı gibi bir şeye inandırmaya çalışıyorlar bizi. Bir gün birileri batıdan feminizm diye bir şey ithal etti ve kadınlar birden bizim de haklarımız var demiş gibi bir spekülasyon. Bu çok büyük bir cehalet.

Osmanlı’da yaşayan kadınlar kıyafet kurallarına uyuyorlar mıydı?

Osmanlı'da İstanbul'un özel bir durumu var çünkü başkent ve sadece Osmanlı İmparatorluğu'nun değil aynı zamanda Osmanlı hanedanının ve İslam âleminin başkenti. Dolayısıyla İstanbul'da yaşayan kadınlar alemin namusu gibi algılanıyor. Bu sebeple kıyafet konusunda çok sıkı kurallar var. Kadınların kalın kumaştan siyah veya petrol yeşili yani özellikle koyu renklerde çok bol çarşaflar giymesi bekleniyordu. İnce bir tülle de yüzlerini kapatmaları isteniyordu. Çarşıya pazara dahi çok sık çıkmamaları bekleniyordu, kamusal alanlarda olmaları hoş karşılanmıyordu. Böyle kurallara karşın görüyoruz ki sultanlar tarafından sürekli kadınlara kurallara uyma çağrısı yapılmış. Bu kadınların kurallara uymadığı anlamına geliyor. Kadınlar petrol yeşili veya siyah çarşaf giymiyor da pembe, sarı, mavi renk giyiyor.  Mesele o kadar dallanıp budaklanıyor ki kumaşçılar ve terziler bile tehdit ediliyor.

Osmanlı döneminden arşiv fotoğrafları renklendirilmiştir.

Kadınlar Osmanlı döneminde birçok yayın çıkartıyor. Bunlar nasıl nitelikte yayınlardı ve bu yayın çalışmalarıyla kadınlar ne amaçlıyordu?

1800’lü yıllarda ilk kadın dergileri çıkmaya başlıyor fakat bu dergileri erkekler çıkarıyor. Bu dergilere üst sınıflardan kadınlar da yazabiliyorlardı fakat alt sınıfların öyle bir şansı yoktu. 1868  yılında ‘Terakki' isimli bir dergi çıkarılıyor. Farklı sınıflardan kadınlar yazıyor fakat kendi isimleriyle yayınlanması ayıp bulunduğu için isimsiz yayınlanıyor yazdıkları.

Sonra ‘Şükufezar’ isimli bir dergi çıkarılıyor. Sahibi dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın kızı.  2. Meşrutiyet’in ilanından sonra görece bir özgürlük ortamı yaşanmasıyla  kadınlar da kendi fikir ve düşüncelerini yayınlama fırsatı buluyorlar. Bunun örneklerinden biri ‘Hanımlara Mahsus Gazete.’ Diğer örneklerden biri de 1913 senesinde çıkmaya başlayan ‘Kadınlar Dünyası’ isimli dergi. Bu dergi ilk feminist dergi olarak tanımlanıyor.

Bu yayınları çıkaran kadınlar üst sınıflardan kadınlar. Tam olarak bir sınıf bilincine sahip olduklarını söyleyemesek de kendilerinin şanslı olduklarının fakat ülkedeki kadınların çok büyük bir kısmının bu şansa sahip olmadığının farkındalar. Bu sebeple de ben üretmeliyim ve bu hareketi devam ettirmeliyim diyorlar. Bir yandan da Yaşar Nezihe gibi yoksul kadınlar var. Kendilerini yetiştirip dergilerde gazetelerde yazıyorlar. Nezihe ilk 1 Mayıs şiirimizin de şairidir. O dönem bir şeyler yapmaya çalışan kadınlar bugün biz ne konuşuyorsak onu konuşuyordu. Bu hiçbir şey değişmemiş gibi bir umutsuzluk yaratmamalı aksine mücadelenin nasıl kökleri olduğunu hatırlatmalı.

Hanımlara Mahsus Gazete, Malumat Gazetesi ve Kadınlar Dünyası Dergisi.

Mükerrem Belkıs Aliye Cevat gibi isimlerin aile kavramını tanımlayan ve o tanımlara sığmayan beyanları var. Bugün iktidarın kadınları makbul bir aileye hapsetme hamlelerini takip ederken tartışmaların çok benzer oluşu dikkatimi çekti…

O zamanlar ilerici akım Türkçülük. Bu kadınların bir kısmı Türkçü. Bu kadınlar diyor ki biz bir milletsek ve bu milletin yarısı kadınsa neden eşit değiliz? Bir milleti yükselteceksek bunu yapacak milletin yarısı da kadın diyorlar. Sosyalist kadınlar da o dönem benzer şeyleri söylüyor. O dönem kadınların en büyük derdi eğitim hakkına kavuşmak. Önce lise eğitimi sonra üniversite eğitimi için mücadele ediyorlar. 1920’lerde kızlar için yatılı okullar açılıyor ve inanılmaz iftiralar atıyorlar. Bu hala böyle maalesef ki. Üniversiteye şehir dışına gidecek kadının ailesi korkutulur, iftiralar atılır.

∗∗

HÜRREM’İ MERAK EDİYORUZ

Hürrem Sultan dizilerin de büyük etkisiyle az çok hepimizin bir fikri var. Fakat bu kadın hep olumsuz olarak anlatılıyor. Tarihe nasıl etkileri olmuş?

Hürrem Sultan tarihe geçmeyi hak eden bir kadın çünkü gerçekten pek çok geleneği değiştirmiş. Yaşadığı süreç içerisinde bazılarının zannettiği gibi devlet yönettiğini falan söyleyemeyiz fakat bir takım dış işlere müdahale etmeye çalıştığını biliyoruz. Hürrem Sultan figürünün özellikle ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinden sonra bu derece ilgi çekmesi ve bunun yıllardır sürüyor olması bize çok şey anlatıyor. Hayatlarımızda iktidar o kadar yok ki… Pek çok kadının günlük yaşamında o kadar gücü yok ki güç sahibi bir kadını izlemek, özellikle de çocuklarının hayatta kalması için mücadele eden bir kadını izlemek kadınlara çok şey hissettirdi ve düşündürdü. O karakterle doğrudan özdeşim kurmalarına sebep oldu. Yani Hürrem Sultan öyle biri miydi böyle biri miydi sorusu tarihi ilgilendiren bi soru ama Hürrem Sultan'ı niye bu kadar çok merak ettiğimiz asıl soru.

∗∗

CADILIK GÜZEL BİR ŞEY...

Hürrem Sultan’a da ‘cadı’ dendiğini görüyoruz. Tarihteki ve günümüzdeki makbul olmayan birçok kadına dendiği gibi…

Evde kedi besleyen kadınlardan bile bir cadı figürü yaratmaya çalıştılar ama bu topraklarda tutmaz. Bir yanıyla da artık bize cadı denmesini güzel buluyoruz. Hayır ben cadı değilim savunması yapmıyoruz. Osmanlı döneminde de büyücülük gibi şeyler çok yaygın. Hürrem Sultan’da elbet uğraşmıştır Osmanlı Sarayı’ndaki birçok kadın gibi. Ama Hürrem kendi yaşadığı dönemde bu kadar ön plana çıkan, adından bu kadar bahsettiren ve Kanuni Sultan Süleyman’ın sevgisine mazhar olan bir kadın olmasaydı ne olurdu? Ne yaptığı büyü ne cadılığı konu bile olmazdı. O dönem için bunlar sıradan şeyler. İçimizdeki cadıyı keşfedelim. Bizim topraklarımıza cadılık güzel bi şeydir… Kadınlara Batı’dan ideoloji ithal etme suçlaması yapan kişiler de dönüp bi kendi yaptıkları suçlamalara baksın. Birçoğu ABD’den ithal edilen kadın düşmanı söylemler.