“Hiç mi acımıyorsunuz ya ?”

“Biri gönderiyor, diğeri almıyor, hiç mi bize acımıyorsunuz ya” diyor;, iki gündür Yunanistan sınırını geçmeye çalışan, gözleri yaş, hüzün ve öfkeyle demlenmiş kadın.

Fakat AKP iktidarı yanlış Suriye ve mülteci politikasının sonuçları ile yüzleşmek yerine, mültecileri diplomatik savaşların “kozu”, siyasetin istismar unsuru haline getiriyor.

İktidar istismar edince, sokak insan kaçakçısı ve mültecileri sömüren, istismar eden ve yabancı düşmanlığını körükleyenlerin coğrafyasına dönüşüyor. Çoğu kadın ve çocuk binlerce insan ise bu istismar ve sömürü politikalarının sonucu, sınırlarlarda, deniz kıyılarında “umudun sınırı” bildikleri umutsuzluğun Kerbelasında feryat eden mazlumlara dönüştürülüyor.

Bir yandan soğuk, yokluk, açlık, parasızlık, umutsuzluk, biber gazı, aşağılanma, dışlanma ile ayrımcılığın ve zulmün deryasında “görün insansızlığınız resmini” diyerek, Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve Iraklı mülteci gazete ve TV ekranlarından bize sesleniyorlar.

Nasıl bir insani öyküdür ki bu, hayatı ve ömürleri yokmuş gibi davranılan milyonlarca mülteciye, ölümlere ve umutsuzluğa yelken açtıran politikaların sorumluları, yanlış politikalarından zerre taviz vermiyorlar.

Avrupa Birliği, ABD, Rusya, İran ve Türkiye Suriye’de ortaya çıkan bu toplumsal travmanın ve zorunlu göçler karşısında, dillerine pelesenk ettikleri “insan hakları hukuku”na dair insani ve vicdani atım atmıyorlar.

Madem “mültecilik” evrensel hukuk tarafından güvence altına alınmış bir insan hakkı ise, bu anlaşmalarının altında imzası olan devletler, neden sınır kapılarını bu insanlık dramı karşısında kapatır ?

Kapattıkları sadece sınır kapıları değil, gönül, akıl ve vicdan kapıları oldukları için, bebek, çocuk, kadın, yaşlı ve hasta demeden ses bombaları, biber gazı ve silah kullanılıyorlar.

Sanki bu insanlık dramının ve zulmün nedeni bu insanlarmış gibi, mültecileri “yük, külfet, suçlu” olarak damgalayanlar, bu insanlık tahribatını yaratanları sorgulamıyor.

Sınırlara gelen mülteci umut, umutsuzluğa, hayallar kırıklığa, sevinçler hüzüne, hüzünler öfkeye dönüşüyor. Kısa zaman içinde çözüm bulunmazsa sınırlarımızda acılar daha da artabilir, insani felaketlere yol açabilir.

Kimileri “Emevi camisinde namaz kılmak” hırsıyla, mezhepçi ve ihvancı ideolojilerinin radikal dinci, cihadist müttefikleriyle başka bir ülkenin topraklarında, yanlış bir müdahalenin ve dış politikanın peşinde iken, bu ülkenin insanlarına ise 82 ilde 20 ile 30 yaşlarındaki gencecik çocuklarına cenaze namazı kılmak düşüyor.

Dış politikada öldürmeyi cihad ve ölmeyi şehitlik atfedip kutsal kılmak yerine, sınır komşu halklarla kardeşiliği, barışı ve herkesin yaşam hakkını savunsak, daha kutsal olmaz mı?

7 yıl önce "Bizi Suriye’deki kanlı bataklığa çekme yönündeki her tahrik eylemi karşısında son derece dikkatli, son derece hassas, en önemlisi son derece soğukkanlı olmak zorundayız” diyen Erdoğan, bugün ne değişti de “Suriye’den çıkmayacağız” noktasına gelmiştir?

İdlib’den, Libya’dan gençlerin ölüm haberleri geliyor. Bu “kanlı bataklığa" girmeseydik, ölüm haberleri gelmeyecekti.

Rusya, ABD ve Cihadistler Suriye’de kendi egemenlik alanlarını kurmak için savaşıyor. Başka ülkenin topraklarında savaşa taraf olmak zorunda değiliz. Tuhaf ama emperyalistlerin savaşları ve işgal politikalarının bedelini Türkiye ve Ortadoğu’nun yoksul insanlar ödüyor.

Savaş sadece Suriye’de ve Türkiye’de insani bedel ödetmiyor. Ekonomik krizler sonucu ortaya çıkan işsizlik ve yoksulluk yeni tahribatlara yol açıyor. Milyonlarca insanın ekmeği ve umudu küçülüyor. Ülke olarak emekçiler, emekliler, yoksulları ve işsizler hep birlikte daha da yoksullaşıyoruz. Her ay başı ödenecek faturalar daha da yüklü geliyor.

Çünkü AKP iktidarı halk için değil, askeri harcamalara ve şiddet politikasına milyonlarca dolar harcıyor.

Özetle; Nereden bakarsak bakalım, AKP’nin Suriye politikası yanlıştır. Suriye’deki askeri varlığımız için bir neden yoktur. Suriye’deki mezhepçi, ihvancı ve emperyalist politikalar yüz binlerce insanın ölmesine, milyonlarca insan başka ülkelere göç etmek zorunda bıraktı.

Bir kez daha netleşmiştir ki; Büyük Ortadoğu projesi ekseninde ABD, NATO ve cihadistler kurulan ittifakların sonuçlarını yaşıyoruz. BOP ve “ılımlı-radikal İslam” politikaları çökmesine rağmen, bu projeden halen medet ummak siyasal bir öngörüsüzlüktür.

Tek yol vardır; Türkiye demokratik kamuoyunun taleplerini ve yaşanan ekonomik ve sosyal krizlerde göz önünde bulundurarak, TBMM çatışı altında ortak akıl çerçevesinde, Suriye’de barış ortamının sağlanmasına yönelik, Suriye hükümeti ile diplomasi ve diyalog için adım atılmalıdır.

Savaşa hayır, barışa evet diyerek, “şehitler tepesi” boş bırakılır.