Barınma hakkı sadece konut değildir. Barınma hafızadır, sokaklarında çocukluğunuzun geçtiği mahalledir, evinizin yakınındaki okuldur, komşudur, bakkaldır yani sosyal ve fiziksel çevreyi de içine alır.

“Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği günler”
İstanbul Tozkoparan’da yurttaşlar evlerine sahip çıkmak için mücadele etmişti. (Fotoğraf: DHA)

Hacer Foggo

Yoksulluk karmaşık bir sorun, şimdilerde şehir şehir dolaştıkça, her bir ziyaretimde başka bir yoksulluk hikâyesinin gerçekliği yüzüme çarptıkça yeni bir şey öğreniyorum belki de bu yüzden karmaşık. Öğreniyorum, çünkü her hikâyedeki çocukların, kadınların, yaşlıların yoksulluktan kaynaklı acılarını bir politikaya çevirerek bu acılara ve yoksulluğa son verileceğini düşünüyorum…

Hayatın kendisi de böyle değil mi sürekli öğrenme, tecrübe edinme değişime açık olma ama asla insan hakları ilkelerinden vazgeçmeden. Altı partinin aylarca çalıştığı Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde sosyal politikalar, sosyal yardımlar, çocuk işçiliği ve uyuşturucu ile ilgili maddeler de işte bu nedenle beni çok heyecanlandırdı. Yıllarca kentsel dönüşümde evleri yıkılan çocukların izlerini, şiddet gören ama sığınacak bir kapı bulamayan kadınları, pandemi de montu olmadığı için başka bir çocuğun montunu zorla almak isteyeni, okulu terk edip çalışan çocukları, bebek bezi yerine poşet bağlayan anneleri, bebek maması yerine hazır çorba yedirenleri, 11 yaşında uyuşturucu kullanan çocukları, cezaevlerinde bir hücrede intihar eden adli tutukluları, evi yıkıldıktan sonra yaşlılar evinde ölenlere tanık oldum.

Bu yüzden bu ortak metin beni heyecanlandırdı, bu acılar azalsın, bitsin diye. Sokağı bildiklerini söyleyerek bu metni tartışmadan emeğin kıymetini bilemeden trollük yapanlar sadece kendi “yüksek egosu” dışında fikir istemeyenler, hırslarını sosyal medyada tatmin edenler, bir çocuğun istismarına, ihmaline, açlığına müdahale etme güçleri varken bekleyenler, ortak metnin mürekkebi kurumadan kişisel çıkar hesaplarına girenler beni hayal kırıklığına uğratsa da heyecanımdan ve umudumdan zerre bir şey kaybetmedim. Çünkü sokağı biliyorum ve gördüğüm her gerçek, sosyal medyadan daha gerçek. Yoksulluk içinde yaşayanların çektikleri acıyı azaltmak, hafifletmek ve dokunmayı bırakmadan politikaya çevirmek çok kıymetli. Beyoğlu’nda yaşayan kanser teşhisi konulan Fatma’nın yetersiz beslenmesi nedeniyle halsizliğinin ve hastalığının artması karşısında Fatmalar için üretilecek bir politikadan daha önemli ne olabilir ki.

Klinik Enteral Parenteral Nütrisyon Derneği’nin (KEPAN) bir araştırmasını okudum Fatma’yı düşünürken. Beslenme yetersizliği olan kanser hastalarında vücut yapısı ve bileşiminin değiştiğini yani kas kaybı yaşadıklarını. Beslenme yetersizliği olan kanser hastalarında cerrahi tedavi, kemoterapi ya da radyoterapi gerekmesi halinde yara iyileşmesinin bozulduğunu ve enfeksiyon riskinin arttığını. 2019 yılında Türkiye genelinde 3 bin 521 kanser hastası üzerinde yapılan bir çalışmada, kanser hastalarının yüzde 44’ünde yetersiz beslenme olduğunu ve hastanede ölüm riskinin, beslenmesi iyi olan kanser hastalarına göre en az iki kat fazla olduğunu öğrendim. Ortak metinde şöyle bir madde var:

• Kanserle bütünsel bir yaklaşımla mücadele edecek, erken tanı için tarama programlarını ülke genelinde yaygınlaştıracak, kanserin erken teşhis ve tedavisine katkı sağlayan Ar-Ge ve teknolojik girişimlere özel teşvik programları uygulayacağız.

Fatma’nın hikâyesinde olduğu gibi ömrün ne kadar hızlı ve haksızca bittiğini düşünerek, işte bu metindeki maddeleri de hızlıca hayata geçirecek ve Fatmalar’ın acılarını dindireceğimiz günleri sabırsızlıkla bekliyorum. O güzel güneşli günleri. Mevzuatın değiştirilerek yapılacak ücretsiz kreşleri, ücretsiz mamayı, süt ve bebek bezini. Gecekondusundan çıkan bir annenin elini tuttuğu çocuğunu 5 metre ötedeki kreşe bırakıp üretime katıldığı günleri hayal ediyorum. Başka da hiçbir şey zerre ilgilendirmiyor, ömür kısa ve sadece yoksulluk içinde yaşadığı için ömrü daha kısa olanlar var. Bir işçinin haksızlığa karşı grev yapma özgürlüğünü, çocukların izbe köşelerde istismara uğramadığı, uyuşturucu kullanmadığı günleri ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından düşürmediği “Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği” günlerin gerçekliği ve isyanı içinde mücadele ediyorum. Çok kolay yapılabilecek şeyler üstelik.

Bir başka madde ;

“Çocuk İzlem Merkezleri’ni yaygınlaştıracak ve etkinleştireceğiz.”

Bu madde, çocuklara yönelik cinsel istismar vakalarının ortaya çıkarılabilmesi için Çocuk İzlem Merkezleri’nin (ÇİM) sayısının çocuk hakları temelli bir politika ile artırılması anlamına geliyor. Mevcut durumda Türkiye genelinde 22 ilde çocuk izlem merkezi yok.

Adalet Bakanlığının verilerine göre, 2021 yılındaki 20 bin 459 ‘çocuğa karşı cinsel istismar’ suçu işlendi. TÜİK rakamlarına göre de 2021 yılında 117’si 15 yaşından küçük 7 bin 190 çocuk doğum yaptı. İşte tam da bu nedenle Çocuk İzlem Merkezleri her ilde kurulmalı hatta risk analizi yapılarak il ve ilçelerde ihtiyaca göre birden daha fazla kurularak yaygınlaştırmalı. Bununla da yetinilmemeli 2012 yılında hayata geçirilmek için karar alınan fakat uygulanmayan Çocuk Erken Tanı ve Uyarı Sistemi (ÇETUS) mutlaka hayata geçirilmeli. Çocuk koruma sistemi kurgulanırken, çocuğun bakımı ve gözetilmesi sorumluluğunun öncelikle devlete ait bir kamu görevi olduğu bilinci ile çocuğun yüksek yararını önceleyen önlemler alınmalı.

Bu konuda çalışan ve bu sistemi savunan sosyal hizmet alanında çalışanlarla yaptığım görüşmelerden yola çıkarak bu sistemi anlatacağım size. ÇETUS siteminin Erken Tanı/Uyarı ve Müdahale olmak üzere iki ayağı var. Özellikle koruyucu ve önleyici yaklaşımların tedavi ve rehabilite önceliğini kabul ediyor. Projenin yasal alt yapısı mevzuatımızda zaten var. (Anayasa, ÇHS ve 5395, 2828 Sayılı yasa ile) Bu konuda yeniden bir mevzuata gerek de yok. Yönetmelik ve genelgelerle ÇETUS’a işlerlik kazandırılabilir. Sistem, çocuğu doğumundan önce ve yetişkinliğe kadar izliyor. Çocuğun içinde yer aldığı her düzeye özgü risk faktörlerini belirliyor. Bu risklerin gerçekleşme durumuna göre hangi müdahalenin ne şekilde gerçekleştirileceğine ilişkin bir model oluşturulmasını içeriyor. ÇETUS aslında dijital tabanlı bir sistem ve çocuklar sistemde izlenmeye anne karnındaki iken başlıyor. Annenin gebeliği, doğumu, doğum sonrası, okul öncesi, okul çağı olmak üzere 18 yaşına kadar izleniyor. Doğum öncesinde; annenin demografik özellikleri, yetersiz beslenme/mental veya ruhsal hastalık gibi bulguların tespiti yapılıyor ve buna göre önlemler alınıyor. Riskli olduğunda erken tanı ve uyarı sistemi devreye giriyor ve risk ortadan kaldırılıyor. Doğum esnasında ise çocuğun doğum koşulları, annenin/ailenin biyo-psiko-sosyal-ekonomik özellikleri ile ilgili risk göstergeleri belirlenerek ve çocuk henüz sağlık kuruluşunda iken çocuk koruma sistemi risklere göre harekete geçiyor. Anne babanın boşanma, vefat, cezaevine girme, işsiz kalma, hastalık, kaza vb. durumlarla halinde çocuğun korunmasını gereken bir durumda müdahale ediliyor. Böylece geçtiğimiz ay Denizli'de 2 yaşındaki çocuğun işkence görerek ölmesini, Eskişehir’de anne babası cezaevinde olan çocuğun açlık ve bakımsızlıktan ölümünü ya da geçenlerde kendisini ve üç çocuğunu asarak intihar eden babayı önleme olasılığı, ya da 6 yaşında istismara uğrayan çocuğun durumuna müdahale edebilme durumunuz çok yüksek.

Yani ÇETUS sesini çıkaramayan, çıkardığı sesi duyurmayı beceremeyen, hizmete erişim konusunda yoksulluk ya da çeşitli nedenlerle güçlük çeken gerçek ihtiyaç sahiplerine iş işten geçmeden müdahale etme olanağı sağlayabilecek bir sistem. Bu sistemde en önemli görev sosyal hizmet uzmanlarına düşüyor ve metinde bu madde de çok açık bir biçimde yazılmış şöyle;

“Sosyal hizmet uzmanı sayısını artıracağız”

Yoksulluk alanında çalışan sosyal hizmet uzmanları, haneleri her ziyaret ettiklerinde başka bir durumla karşı karşıya kalırlar, hanedeki her bireyin yoksulluk durumu, yalnız bir annenin, engellinin veya yaşlının sosyal adalete erişmesi için çabalarlar. Sosyal hizmet uzmanları, okulda uyuşturucu kullanma riski olan çocuğa da, istismara uğrayana da, şiddet gören bir kadını da nasıl yönlendireceklerine hâkimdirler. Ve tabi ki hanelerinin sürekli takip edilmesinin yoksulluğu önleyeceğini en çok onlar bilir. Ülkemizde ne yerel yönetimlerde ne de kamu kurumlarında yeterince istihdamı sağlanmayan ve kıymetleri bilinmeyen binlerce sosyal hizmet uzmanının atama beklediklerini buradan yine hatırlatayım.

Bir başka madde de sosyal hizmet uzmanlarının yoksulluğu izleyerek, takip mekanizması oluşturarak bitirmesine vurgu yapılmış:

“Mahalle bazlı takip sistemi ve sosyal hizmet uzmanları aracılığıyla aileyi çok yönlü destekleyecek, kadın yoksunluk ve şiddet ihtimalini önceden tespit edecek, gerekli önlemleri alacağız.”

Yine bir Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde başka ve çok önemli bir madde;

Farklı kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan sosyal yardımların Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sistemi’ne entegrasyonuna devam edecek, sistemi sürekli biçimde güncel tutacak ve etkili biçimde kullanacağız.

Mevcut durumda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, sosyal yardım başvurusu yapan ihtiyaç sahibi kişilerin sosyo-ekonomik verilerinin sorgulandığı ve yoksulluk envanteri çıkarıldığı Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sistemine kayıtlı hane ve kişi sayısını artık yayınlamıyor ve bu verileri gizliyor. Resmi veriler gizlendiği zaman siz ne yoksulluğu önleyebilir, ne de yoksulluğu önlemek ve bitirmek gibi bir hedefe sahip olabilirsiniz. Oysa, sistemin sürekli biçimde güncellenmesi ve bu verilere göre yoksulluk politikaları projeleri üretmeniz gerekiyor. Bu sistem, doğru kullanıldığında gelir düzeyi düşük hanelerle ilgili ihtiyacımız olacak ayrıştırılmış veri analizlerine de kaynak oluşturacak. Nitekim 2 Şubat tarihinde Birgün gazetesinde yayınlanan haberde İzmir Tabip Odası üyesi Dr. Ergün Demir ve İstanbul Tabip Odası üyesi Dr. Güray Kılıç’a göre yardım başvurusu yapan nüfusun 60 milyon kişiye ulaşması, yurttaşın son yıllarda hızla yoksullaştığını gösteriyor. Bu veriye göre asgari yaşam standardının altında gelire sahip olan ve aldıkları sosyal yardımlar ile en asgari düzeyde yaşamaya çalışan, yoksulluk envanterine kayıtlı kişi sayısı ülke nüfusunun yüzde 70.9’una ulaştı. Peki, “çocuk yoksulluğu” kavramını bile kabul etmeyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu yoksulluk envanterini neden gizliyor.

Bu haberi yazarken bir arkadaşım aradı tersane işçisi olan bir babanın dördüz bebeğine bebek bezi ve mama alamadığından söz etti. Hem bebeklerin hem de bebek bezi alamayan bir annenin yaşadığı travma ile ilgili okuduğum bir araştırmadaki bir annenin sözleri geldi aklıma “bebeğin aç kaldığını saklayabiliyorsun ama aynı bebek bezini bütün gün değiştirmediğinde bezin sarktığını sokaklardaki bakışlardan saklayamıyordum ve bunun utancını yaşıyordum.”

Son olarak beni heyecanlandıran bir başka madde:

“6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanununu halkın elini kolunu bağlayan, afet önlemeden çok haksız servet transferine hizmet eden bir yapıdan çıkaracağız. “

Kentsel dönüşüm projelerinin artık bir servet transferine dönüştüğüne yıllarca yoksulluk içinde yaşayanların yerinden edilmesi ve sürgünlerine karşı mücadele ederken tanıklık ettim. Barınma hakkı sadece konut değildir, barınma hafızadır, sokaklarında çocukluğunuzun geçtiği mahalledir, evinizin yakınındaki okuldur, komşudur, bakkaldır yani sosyal ve fiziksel çevreyi de içine alır. Fakat bugüne kadar tanık olduğum ve yoksul mahallerde yapılan kentsel dönüşüm projelerinde mahallenin hafızasını oluşturan binlerce aile Sulukule’de, Tozkoparan’da, Fetihtepe, Tokatköy’de yerlerinden zorunlu olarak tahliye edildi. TOKİ eskiden sosyal konut yapardı şimdi rezidanslar, AVM’ler yapıyor. Acele kamulaştırma yasası sel, afet, okul için devreye girerdi, şimdi yoksulları yerinden, tarlasından, evinden, bağından, toprağından eden bir avuç zenginin sermayesini büyütmek için devreye giriyor.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu’nda kentsel dönüşüm ilan edilen mahallelerde kamusal hizmetlerin durdurulmasına ilişkin maddeler var. Kentsel dönüşüme ekonomik ya da çeşitli nedenlerle koşulları uymadığı için karşı çıkan ailelere elektrik, su ve doğalgaz hizmetleri verilmiyor. Ayrıca kısa süre içinde bu mahalleleri terk etmesi isteniyor ve Tokatköy, Tozkoparan ve Fetihtepe’de olduğu gibi polis zoruyla boşaltılıyor. Tozkoparan, Tokatköy ve Fetihtepe’de olduğu gibi yaşlıların, çocukların, hastaların yaşama hakkı elektrik, su, doğalgaz gibi hizmetlerin kesilmesi ile bu mahallelerde yaşamak olanaksız hale getiriliyor ve bir gece tapulu eviniz hazineye devredilebiliyor. Bu maddeler hem sosyal devlet ilkesini hiçe sayıyor hem de barınma ve yaşama hakkının ihlaline neden oluyor. Ortak metindeki bu maddeyle Afet Dönüşüm Yasası o mahallede doğan, büyüyen, yaşlananların lehine değiştirilip ve sermayenin tek taraflı bir anlaşması olmaktan çıkarılacak.

Şimdi bu ortak metni anlatma zamanı ve bütün bunları hayata geçireceğimiz için umut verme zamanı. Çocukların, çocukluklarını çalıp yoksullaştırdıkları için rahatsızlık verdiğimiz bir avuç zengine özür dilemeyeceğiz, uzlaşmayacağımız zamanlar. Artık, yoksulluk içinde yaşayanlar için her bir maddeyi projelerle hayata geçirme zamanı, çünkü yoksulluk içinde yaşayan çocuklara onları bunca senedir ihmal ettiğimiz için bir özür borcumuz var.