Migros’un sahibi Tuncay Özilhan’ın evinin önündeki protesto eylemi, işçilerin kelepçelenerek gözaltına alınmalarıyla gözlerden saklanamadı. Depo işçisi Gülabi Aksu’nun kelepçeli görüntüsü “vicdanları sızlattı”!!

Serbest bırakıldıktan sonra Tele1’e konuşan Aksu ise pek öyle vicdanlara” sesleniyormuş gibi değil; “ben, hakkımı istiyorum” diyor. İnsanca yaşamak için emeğinin karşılığının verilmesini istediği için işten atılması onu yıldırmamış, bilemiş.

Oysa Aksu’yu kelepçeleyenlerin bile vicdanları sızlamış!! İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptığı basın açıklamasında “Büyük bir hassasiyetle takip ettikleri ve gerekli müsamahayı göstermeye çalıştıkları bu süreç içerisinde basına yansıyan kelepçeli görüntülerin onları da derinden üzdüğünü” belirtmiş. Açıklamanın tümüne yayılan kapsayıcı, sakinleştirici, “empatik” dil, hakikaten göz yaşartıcı.

Tamam, elbet bilir herkes, dünyanın her yerinde kameranın önündeki polisle kameranın çekmediği polis arasında fark olduğunu. Basın açıklamalarının kanun, tüzük, yönetmelik, kamu düzeni, vatandaşın güvenliği resmi diliyle yazıldığını. Yine de Emniyet’in bu açıklaması ve sosyal medyaya yansıyan vicdan sızlamaları alışılmışın dışında sanki. Emniyet’in açıklamasının tümüne bakıldığında metinde, “Bütün sınırları esnettik. Daha önce engel olabilirdik engel olmadık, kanuna, nizama aykırı davranışları görmezden geldik ama işte çok uzayınca ve konut dokunulmazlığı tehlikeye girince mecburen durdurduk” gibi bir alttan alıcı savunma var, değil mi? Hep bildiğimiz “milli birlik ve beraberliğimize tehdit oluşturan unsurlar kararlılıkla derdest edilmiştir” efelenmesi yok.

Migros da resmi basın açıklamasında “ne kadar işçi dostu” olduğundan dem vuruyor tabi bir de “bu eylemler sizin gıdaya erişiminizi zora sokacak, aç kalabilirsiniz" demeye de getiriyor. Sosyal medyada hızla yayılan anonim bir açıklamada ise “Tuncay Özilhan’ın RTE’ye muhalif olduğu, polisin eylemleri bu nedenle engellemediği, işçilerin istediği zammı verirse Migros’un zarar edeceği, ortalığın yeşil sermayeye kalacağı, yeşil sermaye marketlerinde neden eylem olmadığı!!” dedikodusu yapılıyor.

Kurye ve hipermarket çalışanları eylemlerinin ilk kıvılcımlar olması ilginç değil mi? Her iki sektör de inşaatla birlikte son 20-25 yılın ana sektörleri. Özellikle kurye çalışanlarının büyük çoğunluğu başka bir iş bulmadığı için mecburen kurye olmuş. Gülabi Aksu, Anadolu’dan İstanbul’a göçüp, tekstil işçiliğinden inşaatlara oradan depo temizlik işçiliğine geçmiş. Depo işçilerinin bağlı olduğu DGD Sen’in açıklamasına göre taşeron şirketin sahibi 1987 Migros Grevi’nin işçi sendika önderi! Migros da kurulurken bir kooperatif modeli olarak kurulmuş. Sanki, Türkiye’nin ekonomik değişiminin sembolü ve sömürünün…

Ocak ayından bu yana giderek artan ve farklı iş kollarına yayılan işçi eylemleri karşısında iktidar “empatik bir alttan alıcılık”, meclis muhalefeti “itidal aşılayan bir sandığı işaret etme” çabasında. Liberaller ise bildiğimiz gibi. Vicdanları çok ama çok sızlıyor ve fakat Tuncay Bey’in “konut dokunulmazlığı ve çocuklarının güvende olma” hakkına da dikkat etmekten geri durmuyorlar.

Yükselmeye başlayan işçi eylemlerine karşı ne yapacaklarını bilemiyorlar. Sert müdahale ve şiddetle bastırma yönteminin, işe yaramak yerine yangına benzine dökmek olabileceğinden endişeliler. Sanki işçileri daha da öfkelendirmemek için anlaşmış gibiler. Eylemleri yumuşak müdahalelerle büyütmemeye çalışıyorlar. Tıpkı elektrik zamlarını geri alırmış gibi yaptıkları gibi. Tıpkı doktorların iş bırakma eylemlerini görmezden gelmeye çalışmaları gibi. Restorasyon, restorasyon diye masalar kuranlar da, o masalardan bir şey çıkmaz yine biz düzelteceğiz merak etmeyin diyenler de aynı endişenin girdabındalar.

İşçi protestoları ve eylemleri korkutuyor! Hem de öyle böyle değil. İktidarından Meclis Muhalefetine, liberalinden sermaye sahibine kadar bu eylemlerin kitleselleşmesinden endişeliler. Çünkü söyleyecek hiç bir sözleri yok. Çünkü hepsi Gülabi Aksuların haklı olduklarının farkında. Bunca yıl onların haklarını yediklerinin ne kelime, iliğini kemiğini sömürdüklerinin de farkındalar. Bıçağın kemiğe dayanmayı çoktan geçtiğini kemiği de delmeye başladığının.

Nâzım Hikmet’in “hiçbir korkuya benzemez halkını satanların korkusu” dizeleri geliyor insanın aklına. Bir de “ağır ellerini toprağa basıp doğrulanları” anlattığı şiiri.