Bazen insan alıp başını gitmek ister, neresi olduğu hiç önemli değil, sadece gitmek. Ben isterim, bir yere varmayı değil; sürekli yolda olmayı. Hep aynı yere kök salmaktan, hep aynı kimliği taşımaktan yorgun düşmediniz mi? Ben düştüm, tutarlı olmaktan ve hep aynı rolü oynamaktan. Ve “sen kimsin ya?” sorusuna yanıt vermekten de usandım, her seferinde biteviye […]

Bazen insan alıp başını gitmek ister, neresi olduğu hiç önemli değil, sadece gitmek. Ben isterim, bir yere varmayı değil; sürekli yolda olmayı. Hep aynı yere kök salmaktan, hep aynı kimliği taşımaktan yorgun düşmediniz mi? Ben düştüm, tutarlı olmaktan ve hep aynı rolü oynamaktan. Ve “sen kimsin ya?” sorusuna yanıt vermekten de usandım, her seferinde biteviye kimlik kartımı uzatmaktan. Nasıl bilebilebilirim ki kim olduğumu? Kimlik dediğiniz suratınıza ömür boyu geçirdiğiniz bir maske değil ki. Şimdi bu kimlikteyim, peki yarın? Koca bir hayatı tek bir kimliğe sığdıramazsınız. Kimse önceden belirlenmiş bir hayatı yaşamaz, yaşarken ilişkilerle sürekli biçimlendirir kendini. Ve “sen kimsin?” diye sorduklarında kolay değildir yanıt vermek. Ama yasa gereği bir kimlik kartı edinmek zorunda kalmıştır.

KÖK SALMIŞTI

İnsan yasanın dışını, hiçbir yeri, hiçbir yerde herhangi biri olmayı özler. “Bir ağaç mı yoksa yol mu olmak istersin?” diye sorsalar, hiçbir yere giden yol olmayı tercih ederdim. Çok uzun zamandan beri ağacım zaten; bir yere, bir yüze ve bir kimliğe ait olmaktan usandım. İnsan, bir zamanlar yeryüzünde kıvrımlı bir yoldu. Ağaç, gölgesinde soluklanacağı geçici bir konaklama yeriydi sadece. Serin gölgesinde yorgun bedenini dinlendirir, sonra yeniden yola koyulurdu. Korkardı, uzun süre kalmaktan, ağaç gibi toprağa kök salmaktan. Ama bir gün, yürümekten bitkin düştüğünde, gölgesine sığındığı bir ağacın altında derin bir uykuya daldı. Uyandığında kımıldayamıyordu, kök salmıştı, bir ağaç gibi. Ve etrafını çitle çevirip kendine bir bahçe yarattı. Ve yarattığı o bahçeden bir daha asla çıkamadı. Ve ne zaman çitlerin ötesinden bir rüzgâr kopup gelse hep yolu hatırlar, yolda olmayı, yol olmayı. Şimdi bahçesinde bitkiler değil, beton binalar bitiyor ve o ilk ağaçtan geriye kupkuru bir kimlik kaldı. Yüzü, beton binaların yüzünü andırıyor. Köklerinden bir kurtulabilse yitirdiği bahçesini aramak için yeniden yollara düşecek ama olmuyor, zordur köklerinden kurtulmak. Sonunda aramaktan vaz geçti, artık ölümden sonra bahçesine kavuşmayı umuyor. 

Bazen insan, zor da olsa köklerinden kurtulmayı başarır ve yeryüzündeki yitik bahçeyi aramak için yeniden yollara düşer. Ve aradığını bulunca yine kök salıp etrafını çitle çevirecek. Sonrasını biliyorsunuz, bahçeden geriye beton ve asfalt kalıyor. O ilk bahçeyi aramak için yola çıkanlar, yeryüzünü sevenler değil, yeryüzüne ihanet edenlerdir. Bahçe fikrinden vazgeçmeli, dikenli tellerle çevrili toprak parçasından. Kentlerden bunalıp kaçanlar, yitirdikleri bahçeyi buldukları an yitireceklerini biliyorlar, çünkü kent bırakmaz peşlerini, yitik bahçe çok geçmeden terk ettikleri kentlerin yüzüne bürünecek. İnsan asla yerleşmemeli, ağaca rastladığında gölgesinde soluklanmalı sadece, derin uykulara dalmamalı. Kök saldığında mülkiyet ve hiyerarşi ortaya çıkıyor. Ve her bahçenin mutlaka bir bahçıvanı var; bahçedeki bitkileri durmadan budayıp hizaya sokuyor. Bahçe bitkileri tıpa tıp birbirine benziyor, tıraşlarına baksanıza. Ve üzerlerinde, hangi familyaya ait olduklarını gösteren plakalar çakılı. Ve bahçıvan “Sen kimsin ya?” diye sorduğunda hepsi birden kimlik plakalarını gösteriyor.

BİRLİKTE BİÇİMLENİR

İnsan alıp başını gitmek ister, dikenli tellerin dışına, hiçbir yere. Burada “sen kimsin?” diye sorulmaz, sadece birlikte olunur ve birlikte biçimlenir bedenler. Kimsenin “ben” demediği, herkesin herhangi biri gibi duyumsadığı ve herhangi biri gibi konuştuğu birey-öncesi, kolektif topraklarda yolda olmak. Birlikte düşünülür ve birlikte üretilir, kimlikler ortaya çıkabilir ama hiçbir kimlik kalıcı değildir çünkü herkes yoldadır. Kimlik, gölgesinde soluklanacağınız bir ağaçtır sadece ve yeniden yola koyulduğunuzda eski kimliğiniz arkanızda kalmıştır. Yol asla sona ermez, bireyleşme de.  Simondon’un belirttiği gibi özne, birey-öncesi unsurlarla bireyleşmiş unsurların sürekli iç içe geçişidir (Virno, Çokluğun Grameri, Otonom). Ve yaşam, ayırt edilemezlik ile ayırt edilebilirlik arasındaki o ince çizgide yürüyebilmektir.