Romanda bir tarafta ritmi hiç düşmeyen bir gerilim mevcut. Diğer yandaysa bu gerilimi dengeleyen melankolik bir aile portresi anlatısı var.

Hiçliğin ortasında melankolik bir aile

Gizem OLCAY

İlk romanı ‘Bakış’ta anne olmak, bir annenin kızı olmak, görmek-görülmek, sevmek-sevilmek gibi motifler üzerinde durarak Women’s Fiction Prize’da finalist olarak yer alan Jessie Greengrass yeni romanı ‘Issız Ev’ ile dünyada örneklerini ve çevirilerini yeni yeni gördüğümüz bir tür olan ekodistopya ile okurun karşısına çıkıyor. Hem bir kıyamet senaryosu hem de bir aile hikâyesi olarak değerlendirebileceğimiz Issız Ev, Independent, Guardian ve New Statesman tarafından “2021’in Beklenen Romanı” olarak gösterildi, Waterstones tarafından “2021’in En İyi Kurgusu” olarak seçildi ve “2021 Costa Book Award En İyi Roman Ödülü” kategorisinden finalist olarak yer aldı. Roman, Timaş Yayınları etiketi ve Rabia Elif Özcan’ın titiz çevirisiyle raflardaki yerini aldı.

‘Issız Ev’, tam zamanını bilmediğimiz yakın bir gelecekte, İngiltere’de yaşayan Francesca adlı çevreci aktivist ve bilim insanı bir annenin Pasifik’te bir adanın sular altında kalışını izledikten sonra hem insanları uyarmak hem de çocuklarına bir sığınak hazırlamak için evi terk etmesiyle açılır. Annelerinin ardından babalarının da gidişiyle yalnız ve savunmasız kalan Caroline ve Pauly kendilerini İngiltere’nin doğusunda, Suffolk’ta yazları vakit geçirdikleri Issız Ev’de bulurlar. İçeride onları bu süre boyunca evin bakımıyla ilgilenen Sally ve dedesi Grandy beklemektedir. Dünya tersine dönmüş, iklim krizi yıkıcı sonuçlarıyla kapının eşiğindedir. Francesca, Issız Ev’i her türlü afete dayanaklı hale getirmiş; kıyafetlerden oyuncaklara, jeneratörden yel değirmenine, gelgit havuzundan meyve-sebze bahçesine kadar her detayı zekice düzenleyerek çocukları için evi yaşamaya -daha doğrusu hayatta kalmaya- hazır hale getirmiştir. Dünya içinden çıkılmaz bir hal alırken ve küresel ısınma artık onarılamaz sonuçlar yaratırken Issız Ev, Caroline, Pauly, Sally ve Grandy için adeta Nuh’un gemisine dönüşür.

YALNIZLIĞIN FARKINDALIĞI

Anlatı boyunca Issız Ev’de bir araya gelen dört karakterin birlikte yaşamayı öğrenmesini, birbirleriyle bağ kurmasını okuruz. Karakterler kimi zaman anlaşamaz, birbirleriyle kavga ederler ama bulundukları yeri terk etmeleri de çekip gitmeleri de imkânsızdır. Sel olur, sular çekilir, yiyecekler tükenirken birlikte hayatta kalmanın bir yolunu bulmaya çalışırlar ve böylelikle birbirlerini tanırlar. Özellikle Sally ve Caroline arasındaki gelgitli ilişki, kıskançlık ve rekabet roman boyunca hissedilir. Oysa ailelerini geride bırakmanın, yalnızlığın ve savunmasızlığın ne demek olduğunun farkındadır ikisi de, zamanla bağ kurunca bu duygudaşlıklarını keşfederler.

Caroline ve Sally, Pauly’ye adeta annelik yapar, onun her ihtiyacıyla ilgilenip onu hayatta tutmaya çalışırlar. Dünyanın sonu gelirken daha yeni dünyaya gelmiş bir çocuğun büyüyüşüne tanıklık ederiz. Onun kendinden büyük duygularla başa çıkmasına, değişmiş kabul edilen ve sonu gelmiş bir dünyayı tanımasının saflığına, insanı adeta yutan bir umutsuzluğun içinde gelecekle ilgili hayal kurabilme cesaretine şahit oluruz. “Her şeyin bir biçimi vardı ve bu şekilde ilerliyordu. Gelecek, artık önemini yitirmiş gibiydi. Yine de başımıza geleceğini biliyordum tabii. Atıştırmalık havuçları keserken, ördekleri yulafla beslerken, yakalamaca oynarken, berelenmiş dizlerimize yara bandı yapıştırırken geliverecekti. Kendi hayatımı Pauly’ninkine uydurmuştum, çünkü bana ihtiyacı vardı. Ya da belki benim ona ihtiyacım vardı” diyor Caroline. Alelade bir anda ölme ihtimalini, yaşanacak karanlık günlere rağmen insanın yine de insana ihtiyaç duyduğunu zarifçe anlatıyor.

TRAJEDİNİN DOKUNAKLI ÖYKÜSÜ

Bir tarafta tek mekândan ve iklim krizinin yarattığı felaket senaryosundan kaynaklı olarak romanda ritmi hiç düşmeyen bir gerilim mevcut. Diğer yandaysa bu gerilimi dengeleyen melankolik bir aile portresi anlatısı var. Romanın çok sesli yapısı sayesinde her karakterin hem duygusal hem de fiziksel anlamda mücadele şekline ve iç dünyasına şahit oluyoruz. Her birinin yasla, ölümle, yalnızlıkla, endişe ve belirsizlikle başa çıkma, bunları kabullenme ve yaşama biçimlerini okuyoruz. Jessie Greengrass bu çok sesli post-apokaliptik romanda insanın yaşarken ve ölümün kıyısındayken en çok neye ihtiyaç duyduğunu, aile olabilmek için tek şartın kan bağı olmadığını, hayatta kalmanın yaşamakla eş değer olmadığını vurgularken acımasız bir çevre trajedisi, dokunaklı ve zarif bir içe dönüş hikâyesi sunuyor.