Hikâye kendi  hayatını yaşıyor

DENİZ YILMAZ

Bazı kitaplar, yayımlanmasının üzerinden yıllar geçse de güncel kalıyor. Daha doğrusu, kendisini okutturuyor. Bunun nedeni kullanılan dil, güçlü anlatım, üslup, konu ve temalarının ‘zamansızlığı’ olabiliyor.

İlk basımı 1965’te yapılan ve daha sonra farklı dönemlerde yeniden okurla buluşan, Nezihe Meriç’in kaleme aldığı Menekşeli Bilinç’te bunların tamamını bulmak mümkün.

Konuşur gibi yazan, Türkiye edebiyatının en önemli öykücülerinden Meriç, Menekşeli Bilinç’teki metinlerinde; kabuğunu kırmaya uğraşırken bunu başaran, başarırken sancılar çekip özgürlüğün değerini kavrayan genç kadınları konuşturmakla kalmıyor, onların ruh hallerine dair çözümlemelere de yer veriyor.

ACININ DÖRT UCU

Meriç’in öykülerinde, gerçeklik ön planda. Tabii hal böyle olunca dil, zaman zaman sertleşirken doğruluk, yapmacıklığı alt ediyor. Başka bir deyişle karakterlerin takındığı bu tavır, duygusallıkla aklı başında bir hırçınlığı birleştiriyor. Nerede ve nasıl başladığı bilinmeyen fakat gittiği yer belli olan; ‘çizgisini arayan’ ve ‘dört ucundan acısını açıklayanların’ hikâyeleri bunlar.

Kendisini görünüşe kaptıranlarla gerçeklerin farkına varanların çektiği sıkıntıyı, düşlerde dolaşma ve rüyadan uyanma diye niteliyor laf ve satır arasında anlatıcılar ve Meriç. “Hikâye kendi hayatını yaşıyor” cümlesi ise bunu anlatıyor bir bakıma.

Doğru yaşama ve doğru davranmanın, eğri dünyadaki yerini sorgulayanlar da yer alıyor öykülerde. Kendisinin farkına varan, bedenindeki dönüşümleri anlamlandıran ve hayatını buna göre yeniden düzenleyip cinselliği layıkıyla yaşamaya uğraşan genç kadın da anlatıcı haline geliyor öykülerde.
Kendisini, kimliğini ve benliğini bulma çabası yüzünden etrafındakilerle zaman zaman çatışmaya tutuşan anlatıcıların ve karakterlerin dikkat çektiği öykülerde Meriç, dedikodular ve hakikatler arasındaki ince çizgiyi de vurguluyor. Kuşaklar arası farklılıklar ve yanlış anlamalardan doğan gerilimlerin anlatımı da cabası.

“Hep kullanılmış duyguların, hep kullanılmışlıkların içinde çevremdekiler, beni tüketen bu oluyor” diyen bir anlatıcı, hem durum tespiti yapıyor hem de ona karşı isyanını dillendiriyor. Ardından gelen “Bir gülün açılmasını öğreteceğim ben onlara” ifadesi, söz konusu isyanın altını dolduracak çözüm için ilk adım niteliğinde.

Meriç’in anlatıcıları, içinde tutup bazen kendisine fısıldadığı bazen hiç dile getirmediği veya dile getirse de karşısındakilerin anlamakta zorlandığı meseleleri güçlü bir sesle; kimi anlarda tekil olarak kimilerindeyse koro halinde haykırıyor.

Sahici aydınlık ve göstermelik olanın mücadelesi giriyor bazı anlarda araya. Bazen de ‘pazarlarla gelen mevsimleri’ anlayıp yaşama uğraşı…
Meriç’in Menekşeli Bilinç’teki öyküleri, kadınların kendilerine biçilen rollerden sıyrılışını anlatmasının yanı sıra duyarlılıkları, özgürlük arayışını, çatışmaları, mücadeleleri, hırsı, aşkı, yenilgileri, zaferleri, umudu, hayalleri ve kimlik kazanma gayretini ortaya koyuyor. Buradan baktığımızda Meriç’in, anlatıcı kadınların iç dünyası ile dış dünya arasındaki uyuma ve farklılıklara dair kalem oynattığını görüyoruz.

Menekşeli Bilinç’te hangi sorunu, açmazı ve acıyı ele alırsa alsın melankolinin çekimine kapılmadan kurguyla gerçeği buluşturan Meriç, yeri geldiğinde tatlı-sert bir anlatımla okura seslenirken kimlik ve bilinç arayışıyla harmanladığı toplumsal eleştiriler de sıralıyor.