Hikmet Çetin: Deneme tahtasına çevirmeyin ülkeyi

BEHLÜL ÖZKAN ozkanbehlul@gmail.com

Türkiye dış politikası ciddi sorunlar içinde. Ancak Türkiye’yi 13 yıldır yöneten AKP’nin seçim beyannamesine bakarsanız dış politikada güllük gülistanlık bir tablonun çizildiğini görüyorsunuz: “Ak Parti olarak, modern Türkiye tarihinde, geçmiş hükümetlerle mukayese götürmeyecek şekilde, dış politikamıza başarı mührü vurduk.” 2011 sonrası Arap İsyanlarıyla birlikte “Ortadoğu’nun lideri olacağız,” “bölgede düzen kuracağız” söylemiyle hareket eden AKP’nin bugün dış politikada geldiği nokta gazeteci ve akademisyenler tarafından tartışılıyor. Ancak bir isim var ki şimdiye kadar pek konuşmadı: Hikmet Çetin. Sovyetler Birliği dağılırken, Irak, Yugoslavya ve Kafkasya savaşlar içindeyken 1991-1994 arasında Türkiye’nin dışişleri bakanıydı. Çetin ile dış politikanın dünü ve bugününü konuştuk. Hikmet Çetin çöken dış politika üzerine konuşurken devlet adamlığının getirdiği sorumlulukla zaman zaman sustu. Belli ki düşündükleri, bana söylediği eleştirilerden çok daha sertti.

>> 1991’de dışişleri bakanı olduğunuzda Berlin Duvarı yıkılmış, SSCB dağılıyor, Irak işgal ediliyordu. Dört yanımız ateşler içindeydi. O dönemi sizden dinleyelim.
Bir şok oldu. Ne dünya hazırdı buna ne de uluslararası kurumlar. İlk aklımıza gelen NATO ne olacak? Karşıtı gitmiş bir kurum olarak duruyordu. Biz orada nasıl davranacağız. İki bu yeni cumhuriyetler ilişkimiz hassas bir konu. Herhangi bir şekilde Rusya’yı tahrik etmeden bu cumhuriyetlerle ilişkimizi nasıl sürdüreceğiz. O dönemde Türkiye’de bazıları Rusya’nın bittiğini bile iddia ediyordu. Benim Moskova’yı ziyaretimi eleştirenler oldu. Bitmiş bir imparatorluğa hala niye gidiliyor diye beni eleştirdiler. Hâlbuki Rusya büyük devlettir, büyük kaynaklara sahiptir. Parçalanmış olması bu özelliğini ortadan kaldırmaz. Şunu hissettirmeye çalıştık: Biz Pantürkizm ve Panislamizm peşinde değiliz. Biz bu cumhuriyetlerin egemen, bağımsız, dünyayla bütünleşmesini arzu ediyoruz. Orada Rusya ile işbirliği de yapabiliriz dedik. BM’ye ve Avrupa Konseyine üyelikleri konusunda aktif rol oynadık. SSCB sonrası bağımsızlığını kazanan ülkelerde ilk büyükelçilikleri Türkiye açtı. Bir uçak kiralayarak o ülkeleri tek tek ziyaret ettik. O cumhuriyetlere giderken uçakta şeker, un, ilaç götürdüğümüz oldu. Dünyayla bütünleşmeleri konusunda çok çaba gösterdik.

>>  O dönemde Yugoslavya dağıldı. Bosna iç savaşı yaşandı. Türkiye’nin dış politikasını nasıl yürüttünüz?
Doğru kararları doğru zamanda alan bir ülkeydi. Yılımın yarısı o ülkeleri ziyaretle geçti. O cumhuriyetlerin bağımsızlığını ilk tanıya ülkelerden biriydik. Bosna’nın en önemli sorunu yardımın ulaşmasıydı. Türkiye, Hırvatistan ve Bosna olarak bir üçlü oluşturduk. Hırvatistan ve Bosna’yı yakınlaştırdık. Hiç unutmam 12 Kasım 1993’te Bosna Dışişleri Bakanı Slaziç, Hırvat Dışişleri Bakanı Graniç ve ben Saraybosna’da toplantı yaptık. Akşam hava muhalefeti nedeniyle uçak kalmadı. Gece camları kırık naylonlarla pencereleri kapatılmış elektrikleri kesilen otelde silah sesleri ve köpek havlamaları içinde gecelediğimizi bilirim. Bu şartlarda çalıştık ama bunları basına anlatmadık, büyütmedik. Bosna’ya tüm dünyadan yardım topladık.

>> O dönemde Türkiye’nin hedefi neydi dış politikada?
Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığı ve dünyayla bütünleşmeleri. Olabildiğince Latin alfabesine geçmelerini istedik. Batıyla bütünleşmeleri için bu önemliydi. Her ülkeye 2000 öğrenciye kadar burs vereceğimizin sözünü verdik. Bugün o ülkelerde Türkiye’de yetişmiş doktor, mühendis, bürokratlar var. Bu ülkelere verdiğimiz her sözü yerine getirdik. Tutamayacağımız hiçbir sözü vermedik, verdiğimiz her sözü tuttuk. Bizim dış politikamız için bu çok mühimdi. İşadamlarımızı gönderdik. Sadece inşaatta değil, kalıcı yatırımlar yapmalarını istedik. İçişlerine karışmayacağımızın garantisini verdik. Amacımız onların kimseye muhtaç olmadan ayaklarının üzerinde durabilir hale gelmeleriydi. İkincisi bu ülkelere şunu gösterdik: Türkiye Müslüman, demokratik ve laik bir ülke. Bunların üçü bir arada olabilir. İşte size Türkiye budur. Bunun kalıcılığı için Avrupa Birliği üyeliği bizim için önemliydi.


>> Bugün iktidarın en büyük eleştirisi kendisinden önce gelenlerin Türkiye’yi Ortadoğu’dan kopardığı. Siz Körfez Savaşı sonrası hassas bir dönemde dışişleri bakanıydınız.
Türkiye’nin çok sağlam bir dış politikası vardı. Hiçbir dönemde bugünkü kadar sorunlarla çevrilmiş bir Türkiye olmadı. Ne İkinci Dünya Savaşında ne de Soğuk Savaşta. Ortadoğu’ya gitmek onların iç işlerine karışarak onlara abilik yapmak değildir. Dış politikanın değişmez kuralları vardır: İdeolojiye göre dış politika olmaz. İç politika amacıyla dış politika yapılmaz. Başka bir ülkenin içişlerine karışılmaz, başka ülkelerin kendi içişlerinize karışmasına izin verilmez. En önemli ilke Ülke yararıdır. Bu ilkeler bütünüyle gözetildi bizim dönemizde. Hiçbiriyle kavgamız olmadı Ortadoğu’da. Bugün bütün bu ilkeler çiğnenmiştir. Bugün beş ülkede büyükelçimiz yok. Türkiye Ortadoğu’da savaşta mı? Hiçbir ülkenin başka bir ülkenin siyasi partisine destek olma hakkı olamaz. Eleştirirsiniz, Mısır’da silahlı kuvvetlerin mühalesini en şiddetli şekilde eleştirirsiniz. Ama seçim meydanlarında Mısır İhvanı desteklenmemeliydi. Olmaz böyle bir şey. Bugün hiç kimse komşularla sıfır sorundan bahsetmiyor, sorunu olmayan bir tane komşu kalmadı çünkü. Cumhuriyetin hiçbir döneminde böyle bir şey olmamıştır. Atatürk döneminde savaştığı Yunanistanla en üst düzeyde ziyaretler yapıldı, Balkan Paktı imzalandı.

>>  Bugün dış politikanın mimarı Davutoğlu. Kitabı Stratejik Derinlik’i Aralık 2011’de Mecliste yaptığı konuşmada “her gün gerçekleştirmeye çalıştığımız dış politikanın esası” olarak tanımladı.
Hiç birimizin yazdığımız kitapları ülke politikası haline getirmeye hakkımız yok. Türkiye deneme tahtası değildir. Bizim Ortadoğu’da ilişkilerimiz bugünle karşılaştırılmayacak kadar iyiydi. Irak’ta durum çok vahimdi benim dönemimde. Biz Türkiye, İran, ve Suriye’nin biraraya gelerek dünyaya mesaj vermesini önemli gördük. Dışişleri Bakanı olarak İran dışişleri bakanı Velayeti ve Suriye dışişleri bakanı Faruk El Şara ile sürekli bir araya geliyordum. Üçlü mekanizma kurmuştuk. Amaç şu: Uzaklardan Ortadoğu’ya müdahale geliyordu. Biz bu üç büyük devletin izni olmadan burada bir şey yapamazsınız mesajı verdik. Bunlar yapıldı. Biz konuşmak yerine iş yapmayı tercih ettik. Biz dışişleri kadrosunu en iyi şekilde kullandık. Bütün ekibimle tartışırdık. Herkes sahip çıkardı sonunda aldığımız karara. Dışişleri ekibi yurtseverdir. Bir başarı varsa hepimizin ortak başarısıdır. Atatürk’ün ilkesine sahip çıktık: Barış, barış, barış. Atatürk’ün bir sözü var dışişleri bakanı genel sekreterine söylediği. Mealen söylüyorum: 1) Sovyetler Birliği bizim komşumuz. İstiklal Savaşında bize en çok desteği onlar verdi. Ama bizim rejimimiz ayrı onlarınki ayrı. Katiyen Sovyetleri tahrik etmeyeceksiniz demiş. 2) Batı’nın elbette emperyalist eğilimleri var. O eğilimde olanların yanında olmayacaksınız. Ama değer yargıları olarak bizim yerimiz orasıdır. 3) Ortadoğu ve Arap dünyasıyla çok ortak yönlerimiz var. Ama katiyen karışmayacaksınız. Sormadıkça akıl vermeye de kalkmayın demiş Atatürk. Biz bir Sünni dünyası kurulacak biz de onun lideri olacağız gibi hayallere kapılmadık. Hep eşit ilişkileri savunduk.

>> Başbakan Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin dış politikada geldiği noktayı “tarih bizi haklı çıkartacak” diye savunuyor. Neler söylersiniz?
Tarih ne zaman haklı çıkaracakmış? Bir kere topluma yansıdı. İki milyon Suriyeli var. Perişan olmuş bir Suriye var. Bunda Türkiye’yi sorumlu görmeyecek mi tarih? Tarih neyi doğrulayacak? Türkiye Ortadoğu’nun lideri mi diyecek? Ben her komşuma kapısını çalıp gidebiliyordum. Şimdi sormak lazım hükümet hangi komşumuza gidebiliyor? Atatürk’ün “Yurtta Barış Cihanda Barış” sözü bir felsefedir. Haklı gerekçe olmadan savaş cinayettir diyen liderdir Atatürk. İzlenen dış politikanın yanlış olduğunu, bir çok bakımdan çöktüğünü görmek gerek. Bu bir fazilettir. Sabırla bu ilişkileri Mısır’dan başlayarak ilişkileri düzeltmek gerekir. Onların içişlerine karışılmayacağı yönünde güvence verilmelidir.  

>> Karabağ krizinde de Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunuyordunuz. O süreci bize biraz anlatabilir misiniz? O dönemde yapılan çabalar nasıl sonuçlar verdi?
Ben aşağı yukarı haftada bir Azerbaycan’a gidiyordum. Karabağ sorununu çözme konusunda çok çaba gösterdik. Bu konular kaldıkça çözümü zorlaşır. Örnek Kıbrıs. Olabildiğince çabuk çözmek istiyorduk. Amerikalılara bu işi çözelim yoksa bu sorun kalıcı hale gelir dedik. Bu iş çözüm noktası geldiği her defasında Ermenistan bir bölgeyi işgal etti. İlk etapta Ermenistanla sınırlar açıktı. Ama Ermenistan Karabağ dışındaki Azeri topraklarını işgal edince sınırı geçici olarak kapattık. Ermenistan devlet başkanı Ter Petrosyan’ın tüm çabalarına rağmen Taşnakları aşamadı. O çok iyi niyetliydi. Biz Azerbaycan’ın ordusunun eğitiminde önemli bir rol üstlendik daha sonrasında. Halen devam ediyor o dönem kurulan askeri ilişkiler Azerbaycan ile.

***

Dış politika malzeme oldu

>> AKP’nin seçim bildirgesindeki “Bizden önceki bütün hükümetlerinden dış politikada daha başarılıyız” iddiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir tane örnek gösterin. Afrika’da her yere uçak göndermek önemli de bu mu başarı? Suriye ile yıllarca altından kalkılamayacak bir sorunun içindeyiz. Belki uluslararası mahkemelerde bazı şeyler konuşulacak. Mısır’da büyükelçimiz yok temasımız yok. Doğu Akdeniz gazının nasıl dünyaya açılacağının toplantısını Mısır, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan yapıyor. Nerede Türkiye? Suriye’nin geleceği konuşuluyor. Türkiye nerede? Aynı hükümet sınırları açtı, vizeleri kaldırdı, bütün dünyaya örnek diye gösterdi Suriye ile ilişkilerini. Tabii ki İsrail’in Mavi Marmara’ya yaptığı affedilemez. Ama o gemi bilinerek gönderildi. Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın bile Türkiye’ye çok sıcak baktığını düşünmüyorum çünkü Hamas ile beraberler. Türkiye büyük bir devlet, bölge gücü. Türkiye’nin devlet olarak marjinal gruplarla bir araya gelerek, ideoloji üzerinden politika yapmasını doğru bulmuyorum. Elle tutulur somut olarak şu kötüydü iyiye getirdik diyebilecekleri bir tane konu yok. Ermenistan’la protokolleri doğru buluyorum ilke olarak. Azerbaycan’ı dikkate almayarak bunu yürütmeye kalkmaları bugün Ermenistan’la ilişkilerimizi geçmişten daha kötü bir noktaya getirdi. İran’la kamuoyu önünde eleştirileri oldu. En yapılmaması gereken şey yapılıyor: Dış politika iç politika malzemesi olarak kullanılıyor. İsrail’e Mısır’a kafa tutuluyor, herkesle kavga ediliyor. Böyle bir dış politika olmaz. Değerli Yalnızlık. Böyle bir şey var mı dünyada? Çok yalnız olunca değerli hale mi geliyorsunuz?

***

Batağın içine girmek hata

>> Türkiye Suudi Arabistan arasında Suriye üzerinde gerçekleşen yakınlaşma ne sonuç getirir?    
Ben ilişkilerin çok derin ve iyi olduğunu sanmıyorum. Suudi Arabistan Sisi’ye yardım ediyor diye kamuoyu önünde tepki gösterdiler. Bir tampon bölge konusu var sürekli gündemde. Bu kolay olacak bir şey değil. BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan meşruiyet sorunu ortaya çıkacak. Rusya ve Çin varken bu kararın çıkması Güvenlik Konseyinden imkânsız. Türkiye’yi büyük bir maceraya götürür. Suudi Arabistan’ın askeri olarak bu işe kalkışacağını sanmıyorum. Türkiye’nin yapacağı en büyük yanlışlık o batağın içine girmesi olur. Çok büyük sorunlar çıkarır. Ben bunun gerçekleşeceğini sanmıyorum. Suriye olayının gelebileceği en vahim nokta bunun bir Sünni Şii çatışmasına dönmesidir. Dışarıdaki algı şu: Böyle bir savaş olursa bir yanda İran, Bağdat rejimi, Hizbullah Lübnan’da ve Esat. Peki öbür tarafta kim olacak. Suudi Arabistan ve Katar. Mısır’ın katılacağını sanmıyorum. Acaba Türkiye burada mı yer alır diye bir algı var. Böyle bir tehlike var mı? Var. Dünyada Esad sonrasına dair hesap yok. Esad bana göre de gitmelidir. Ama Esad sonrası kimsenin hazırlığı yok. O hazırlık olmadığı için Irak ne hale geldi görüyoruz. Türkiye Suriye ile diyaloğunu en son kesmesi gereken ülkedir. İlk günden ilişkiler koparılmamalıydı. Diyalog kanalları açık tutulsaydı Türkiye siyasi çözüm bulunmasına yardım edebilirdi. Esadla diyaloğu en fazla olan ülke Türkiye’ydi. Esad o zaman da Esad’tı. Ortak Bakanlar kurulu toplayıp beraber tatil yapıyorlardı. Irak’ın durumu da aynı. Herkes laiklik şemsiyesi altında kendini güven içinde hissediyordu. Suriye sadece Arap Alevileri tarafından yönetilmiyor. Hristiyanlar, Sünni burjuvazi hepsi destekliyor iktidarı.