ABD seçmeninde ehvenişer fikri hakim. En kötüye karşı daha az kötü olana oy verme mecburiyeti doğuyor

Hillary’nin üçüncü yolu

VIJAY PRASHAD / @vijayprashad

Hillary Rodham’ın, Clinton soyadını alması, Amerikan toplumuyla ilgili çok şey söylüyor. 1975’te Bill Clinton’la evlendiğinde, Hillary Rodham kendi soyadını korumuştu. Chicago’da doğan ve Wellesley Üniversitesi’nde okuyan Hillary, İkinci Dalga Feminizm’den etkilendi. Siyaset Bilimi okuduğu bu kız kolejinde, 1969’da yaptığı mezuniyet konuşmasında, “gün; siyaseti, imkânsızı imkânlı kılma sanatı olarak uygulama günüdür”, demişti.

Demokrat Parti’nin Başkanlık Adayı olarak yer alacağı oy pusulalarında adı Hillary Rodham değil, Hillary Clinton olarak geçecek. Ve artık amacı imkânsızı mümkün kılmak değil. Amacı var olanı değiştirmektense onu tamir etmek olacak. Bill Clinton, 1978’de Arkansas Valisi olduğunda, New York Times, ateşli bir feminist olan Hillary Rodham’ın soyadını koruyan ilk Arkansas First Lady’si oldunu yazmıştı.

1980’de seçimi kaybeden Bill Clinton, iki yıl sonra seçime yeniden girmeye karar verdi. Yenilgide ismini değiştirmemesinin payı olan Clinton, bu sefer adımı değiştirebilirim, dedi. The New Yorker’ın 1994’te bu konuyu sorduğu Başkan Bill Clinton, Hillary’nin bu kararı kendi isteğiyle, seçimi kazanmayı garantilemek için aldığını söyledi. New Yorker’a göre, “İsmini, görüntüsünü, ve toplum içindeki tavrını değiştirmiş, kendini yeniden ambalajlamaya koyulmuştu”.

ABD’de muhafazakârlık derin köklere sahip. Sosyal özgürlük yanılgısı yaratan görüntünün altında, sosyal muhafazakârlık yatıyor. Cinsiyetçi geleneğin baskısı ABD toplumunda çok ağır hissediliyor. Eşinin soyadını kullanma kararını alış şekli, Hillary Clinton’ın, prensip yerine çıkarların peşinden gitme alışkanlığının bir göstergesi. Adaylık yarışı sırasında, kendini “İşleri halleden bir ilerlemeci” diye tanımlıyordu. Buna göre, amaç kazanmaksa eğer, prensipler yalnızca ayak bağı olurdu.

Bill Clinton ve danışmanı Dick Morris’in ortaya koyduğu, çıkarlar doğrultusunda ideolojiden vazgeçilmesini öngören nirengi teorisi (Triangulation), politikacının hem sağdan hem de soldan yararlanarak bir “üçüncü yol” açmasına olanak sağlıyor. Morris, Bill Clinton’a soldan çocukların günlük bakımının ve gıda desteğinin önemini almasını tavsiye ederken, Clinton sağdan ise yardım alan yoksulların gidip iş bulmaları gerektiği” söylemini alıyordu. Belli fikirlere bağlılık bir tarafa bırakılmalıydı. Bu yöntemi kullanan politikacı, yaratacağı sonuçları umursamadan işleri halledebilir. Hillary Clinton’un liberalizmi işte böyle bir doktrin ışığında şekilleniyor.

Üçüncü yol liberalizmi

Gerek ABD’de Bill Clinton’ı gerekse İngiltere’de Tony Blair’ın kapitalizmin kurbanları olan işçiler ve yoksullar için yaptıkları, kapitalizmin reformlarını yok etti. Bir yandan sosyal yardım reformu ve yan haklardaki kesintiler olurken bir yandan da polis ve hapisaneler geliştirildi. Hem Clinton hem de Blair, Atlantik ekonomilerinin Wall Street ve Londra borsası gibi finans merkezleri tarafından yönlendirileceğini öğrendi. Batı liberalizmi, işsizlerden daha çok bankacılar için endişeleniyordu. 1990’dan beri süren politikalar, etkileri bugün hâlâ süren 2007 krizini tetikledi.

Hillary Clinton, tıpkı İngiltere’de Jeremy Corbyn’e karşı İşçi Partisi’nin liderliğine oynayan Yeni İşçi adayları gibi liberalizmin bu halini miras aldı. Amerikan toplumunun derinlerine kök salan sosyalizm korkusu ve Clinton’ın Siyah ve Latin politikacılarla olan yakın bağları onun Yeni İşçi adaylarıyla aynı zorluklarla karşılaşmasına engel oldu. Bernie Sanders’a karşı yerini korudu. Hillary Clinton’ın Yeni İşçi adayları Yvette Cooper ve Liz Kendall’la ortak yönü orta sınıftan oy alması ve orta sınıf önyargılarını kampanyasına taşımasıydı.

Klasik bir Üçüncü Yol politikacısı suç ve tembelliğe dikkat çekerdi. Yeni Üçüncü Yol, 2007’deki krizle radikalize oldu ve bankacıların gücünden duyulan memnuniyetsizlik, gelir eşitsizliği, okul ücretlerinin yüksekliği gibi konuları da dikkate almak zorunda kaldı. Mevcut durum, Üçüncü Yol politikalarını halkın gerçek ihtiyaçlarına doğru çekti. Fakat bu durum, onların liberal retoriklerini liberal politikalara dönüştürmüyor. Üçüncü Yolcu liberaller daha çok muhafazakârlar gibi yönetiyor.

Ehvenişer

ABD seçimleri, Demokrat ve Cumhuriyetçi olmak üzere, iki büyük partinin kontrolünde gerçekleşiyor. Tartışmaları kendileri yürütüyor ve diğer partilerin seçime katılımını zorlaştırmak için çaba sarf ediyorlar. Ne Özgürlükçüler ne de Yeşiller seçimlerde bir iz bırakma şansına sahip değiller. Sandığa gitmenin önemi büyük. Bu noktada, Donald Trump, ona güvenmeyen muhafazakârların ümidini kıracak, ama Hillary Clinton’dan nefret ettikleri için sandığa gidebilirler. Diğer taraftan, Hillary Clinton, solun da ilgisini çekmeyecek, fakat liberaller Trump’ın berbat bir alternatif olması dolayısıyla oylarını Hillary’e verecek.

ABD seçmeninde ehvenişer fikri hakim. En kötüye karşı daha az kötü olana oy verme mecburiyeti doğuyor. Bu çok dar bir demokrasi tanımı. Trump’ın cinsiyetçiliği ve ırkçılığı onu şimdiden kindar ve nefret dolu bir adam olarak çerçeveledi. Başkan Barack Obama’dan Senatör Elizabeth Warren’e kadar pek çok Hillary destekçisi, bu süreçte Trump’ın saldırganlığına vurgu yapacaktır. “Dışarıdakilere” karşı korku bazılarının Trump’a oy vermesine neden olurken, Trump korkusu ise Hillary’e oy verdirtecek gibi görünüyor.

Bu tersine bir seçim. Kampanyalar tersine, oy verme tersine ve doğrusunu söylemek gerekirse, önümüzdeki, Hillary Clinton’ın dümende olacak gibi göründüğü dört yıl da işler ters gidecek.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif