Türkiye sosyalistleri, neoliberalizme ve kapitalizme karşı uluslararası direnme odaklarını

Türkiye sosyalistleri, neoliberalizme ve kapitalizme karşı uluslararası direnme odaklarını son yıllarda Latin Amerika’da arıyorlar. Haklı olarak… Zira, sosyal mücadeleler tarihinin iki yüzyıllık geleneksel çizgisinin uzantıları bugünlerde Latin Amerika’da yeşermektedir.

Ancak, başka coğrafyaları da unutmayalım. Örneğin dünya sosyalist hareketinin içinde Hindistan’ın da çok önemli bir yer kapladığını zaman zaman hatırlayalım.

Çok büyük bir ülke olmasının dışında bu önemin iki nedeni var. Birincisi, Hindistan Marksizminin çok güçlü bir geleneği taşıması sürdürmesiyle ilgilidir. Bu akımın bilim dünyasındaki bazı temsilcileriyle tanışmak, tartışmak, birlikte çalışmak fırsatı buldum ve rahatlıkla söyleyebilirim ki, 21. yüzyılda sol düşüncenin yaratıcı doğrultuda gelişmekte olduğu odaklardan biri Hindistan’dır.

İkinci neden, neoliberal saldırının en güçlü dönemlerinde dahi, Hindistan’da etkili bir sosyalist siyasetin ayakta kalabilmiş; zaman zaman ilerleyebilmiş olmasıyla ilgilidir. Bu siyaseti Hindistan’da komünist partiler temsil etmiştir. Hindistan Komünist Partisi (HKP) 1920’de kurulmuş; bağımsızlık mücadelesine ön planda katılmış; 1949’dan sonra işçi ve köylü sınıflarının iş, ekmek ve toprak mücadelelerinde öne çıkmış; ülke düzlemindeki üç ana siyasî hareketten biri olmuştur.

SSCB ve Çin komünist partileri arasındaki ayrılık, Hindistan’a da yansıdı. 1964’te HKP yönetimi, Sovyet çizgisini benimsedi. Çin’e yakın olanlar, “Marksist” Hindistan Komünist Partisi’ni kurdular. Sonraki yıllarda HKP(M)’nin silahlı mücadeleyi banimseyen kanadı (“Marksist/Leninist”) yaftasını ekleyerek HKP(ML)’yi oluşturdu. 1970’li yılların Türkiye devrimcilerinin iyi bildiği bu Mao’cu kanat (Naksalbari hareketi), çeşitli çatışmalar sonunda büyük kıyımlara uğradı. Birkaç parçaya bölündü. Bazı kanatları, son yıllarda Hindistan kırsalında en yoksul, topraksız ve azınlık/yerli köylülerin çıkarlarını silahlı yöntemlerle savunmaktadır.

HKP ile HKP(M) arasındaki görüş ayrılıkları ise zaman içinde aşındı; iki parti yerel ve merkezî siyaset içinde “Sol Cephe” başlığı altında seçim işbirlikleri oluşturdu. Parlamenter sosyalist siyaset, yakın geçmişte zirve noktasına 2004 seçimleriyle ulaştı. Bu seçimleri, Kongre Partisi (Hindistan’da sadece “Kongre” olarak bilinir) Birleşik İlerici İttifak altında toplanan müttefikleriyle birlikte 218 milletvekiliyle önde (ancak mutlak çoğunluğu sağlayamayarak) bitirdi. Ve dört yıl boyunca parlamentoya 59 milletvekili sokan Sol Cephe’nin dıştan desteği sayesinde iktidarda kaldı.

Hindistan’da sosyalist solun yükselişi Kongre’yi tek başına iktidara getiren 2009 genel seçimlerinde son buldu. Gariptir ki, Kongre’nin seçim zaferine en büyük katkıyı da önceki beş yıl boyunca hükümeti belli bir sol çizgide tutabilen Sol Cephe sağlamıştı: 2005’te sol partilerin girişimiyle çıkarılan “kırsal istihdam güvencesi yasası”nın her yıl yoksul köylülere yüzer gün istihdam sağlaması bir örnektir. Hindistan’ı yabancı sermayeye, bu arada sıcak para akımlarına sınırsızca açma eğiliminin önlenmesi; bu sayede 2008-2009’daki uluslararası kriz içinde ekonominin yüksek tempolarda büyüyebilmesi bir başka örnektir.

Kısacası, Kongre’nin neoliberalizme teslimiyetini frenleyen solcular, 2009 seçimlerini de, bir anlamda, Kongre’ye armağan etmiş oldular.

***

Hindistan sosyalizminin gerilemesi Mayıs 2011’deki eyalet seçimlerinde de süregeldi. Hindistan’ın federal bir devlet olduğunu hatırlatalım. Bu tarihte üç eyalette (Batı Bengal, Kerala ve Tripura’da) Sol Cephe iktidardadır. 1957’de HKP, sonraki yıllarda da sık sık Sol Cephe Kerala eyalet seçimlerini kazandı. Batı Bengal ve Tripura’da ise 34 yıllık bir süre boyunca komünist partiler kesintisiz olarak iktidarda kaldılar. Mayıs’ta bu üç eyaletten ilk ikisinde yapılan seçimler ise Sol Cephe’nin yenilgisiyle sonuçlandı.

Özellikle Hindistan komünizminin kalesi sayılan 91 milyon nüfuslu Batı Bengal’deki yenilgi sol çevrelerde şok dalgalarına yol açtı. Nedenler arasında 34 yıllık bir iktidarın yol açtığı bürokratikleşme ve merkezî hükümetin kösteklemeleri gösterildi. Ancak, sol eleştirilerin önemli bir bölümü, komünistlerin, kendilerini iktidara getiren, iktidarda tutan sınıf tabanının önemli bir öğesinden; yoksul köylü desteğinden kopması üzerinde odaklandı.

HKP(M)’nin Batı Bengal’deki iktidarı, ilk yıllarda hayata geçirilen toprak reformu sayesinde pekiştirilmişti. 2000 sonrasında ise Sol Cephe hükümetleri sanayileşme tutkusuna savruldular. Ve öyle anlaşılıyor ki bu yöneliş, HKP(M) ile köylülük arasındaki bağların gevşemesine, giderek kopmasına yol açtı. Hindistan’ın en büyük sermaye grubu Tata’ya ve iki yabancı şirkete Singur, Nandigram ve Lalgarh bölgelerinde otomobil, kimya ve çelik fabrikaları kurmak üzere tarımsal araziler (ayrıcalıklı Özel Ekonomik Bölge statüsü altında) tahsis edildi. Toprakları istimlâk edilen köylüler şiddetle direndiler. Kan döküldü. Direnmeleri Nandigram ve Lalgarh’ta Mao’cu örgütler örgütledi. Singur’daki direnmede ise Batı Bengal’deki ana muhalefetin (Trinamul Kongre Partisi’nin) kadın lideri Benerci öne çıktı.

Nazım’ın Hintli yoldaşı Benerci için kaleme aldığı uzun şiir kahramanının bir adaşı, Mamata Benerci, Mayıs 2011’de Batı Bengal seçimlerini kazanarak eyaletin başbakanı oldu.

***

Hindistan’da sol bilim camiasının önemli bir bölümünü toplayan Economic and Political Weekly dergisinin Batı Bengal seçimleriyle ilgili yorumundan bir bölüm aktaralım: “Yeni hükümet, Sol Cephe yönetiminin ilk on yılında gerçekleşen ilerici reformları tersine döndürecek ve [aynı yönetimin son yıllarına damgasını vuran] ilkel sermaye birkimini farklı, daha acımasız yöntemlerle sürdürecektir. Mao’cu olsun, olmasın Sol’un bütün kanatlarının,… siyasal ve kuramsal yetersizliklerini aşabileceklerini umuyoruz.”

Zaman zaman Hindistan solcularının vicdanını temsil eden romancı, düşünür Arundhati Roy da Mao’cu örgütlere karşı hükümetin kırsal bölgelerde başlattığı geniş çaplı askeri operasyona karşı çıkma çağrısı yapıyor. Ve bu çağrıyı, askeri kampanyayı başlatma gerekçesini Başbakan Singh’in ağzından hatırlatarak yapıyor: “Mineral zenginlikleri olan bölgelerde aşırı solculuğun gelişimi, yatırım iklimini olumsuz etkileyecektir.”