İstanbul erguvan kenti…

Çiçeklenmeye başlayınca değişir çehresi, esrik bir rüzgar salıverir kokuyu her yana. Gülümsemek için ne çok sebep bulur insan. Yaşadığını fark ettirir doğanın canlanışı, dirilişi… Sabah erken uyanmayı becerince ve eğer egzoz kokusundan sıyrılıp, deniz kenarına ulaşırsa insan; mavinin bin bir türünü görür. Adalara giden bir vapura atlayıp, plan yapmadan, ilk aklına düşene ayak basıp bir çay söyleyebilir. Yanında sabah simidi ve mutlaka içten gülümseyerek “Günaydın” diyenler olur…

Baharın kıştan ayrılması artık çok keskin! Yine de bir soluk arası vardır. Sevdiğin insanlarla aynı kentte olduğunu bilmek, serçelerin su içmesine tanık olmak ve bir çocuğun cıvıltılı sesinin varlığı umuttur. Bir sabahçı kahvesinde uyuyakalmış ihtiyarın rüyasında saklıdır mucize. Dile yerleşmiş bir ezgiyi yinelemek, kimseye gereksinim duymadan kendi şarkının bestecisi olmak güzeldir. Bir sokak ressamına denk gelmek giderek güçleşse de, oltasını denize sallayan ve kentin en güzel süsü olan balıkçıların bir tablo olmadığını kim söyleyebilir?

“Kahvaltının Mutlulukla Bir ilgisi Olmalı” derken Süreya haklıdır. Her sabah bir olanaktır yeniden düşünmek için ve hayatı sevmeye dair… Hele dostların varlığı, yakınların içten soluğu daha bir güçlü bağlar insanı yaşama. Aşılmayacak bir güçlük olmadığına inanır ve hepimizin kahramanı yüreğimizde saklıdır. Kılına zarar gelse çocuğumuzun, bir an asileşir, hemen güçlü kuvvetli oluveririz. Sevdalara düşer yolumuz, kederimizi rakı kadehlerine akıtır, meyhane güzelliğinde demleniriz. Hayat tüm bu karmaşık ve aslında bir o kadar yakın, biricik ‘an’lardır işte. Bir armağan ve yaratmayla, sevmeyle, özgürlükle güzel…

Sahaf gezmekten haz duyan birileri hâlâ uyanıyor bu sabah İstanbul’da. Güzel bir şiir kitabı çıkınca sevince boğulan, ağırdan okuyup, defterine not alanlar da var, biliyorum. Kendini bir romanın içinde kaybeden; kahramanla yer değiştiren, yazarıyla didişen kimseler olduğu için benim kentim aydınlık ve yıldızlı bu gece… Bir kahvenin kırk yıllık hatırı olduğunu unutmayan komşuluklar sürer hâlâ, ocakta unuttuğu yemek için çığlık atıp, hüzünlenen komşu teyzeleri tanır, bilirim de o yüzdendir tebessümün…

Deniz kentinde yaşamak, tuhaf ve sarsıntılı, gelgitli duygular yaşatır insana. Olmadık anda genzi yakan bir hüzün belirir, aniden coşkun bir sevinç yerleşir yüreğe… Kimi zaman bir sandalın yapayalnız yolculuğuna kapılır yürek ve bazen çığlık çığlığa bir haykırıştır İstanbul. Eniz sır tutar, kimseyi ele vermez. O bildiğiniz haysiyet cellatlarına yüz vermez. Geçici bir süre galip görünebilir gösteriş budalaları… Ama deniz; Sait Faik’i bilir, sezer ve ayrıştırır bayağılıktan.

Yaşam; tüm olan bitenin zalimliğine karşın akıyor. Gece bir ay eşliğinde parlıyor kadehler, renkli mevsim meyveleri toprağa onca zehir zerk etmeye rağmen bitiveriyor. Dikenli bir gül kanatıyor yüreği. Hâlâ mendil kullanan beyefendiler var ve mektup bekleyen çileli sevgililer… Yaşım kırkı geçti çoktan. Biliyorum; benden önce de acılar vardı, umutsuz yüzler… Ama zamanın garip, tarifsiz saati kendince akmaya devam ediyor. Kimi an’lar belleğe kazılı, kimi inatla yer açmaya çalışıyor kötü öykülerde kendine… Yaşamak dediğin böyle işte…

Gözler bulutlanmış, korkulu bir karanlığa yazgılı bakıyor bu günlerde. Her yanda fısıltılar. Herkes tedirgin, neredeyse birbirini ihbar edecek denli adileşmiş komşular. Yaşam sevincini çalmış hırsız. Tekinsiz her yan, siren sesleri kulak çınlaması olmuş. Tutuklamalar, sorgular, dövmeler… İnsanlık ölüme yatmışken mutlu olmak güç… Hırsızlar sarmış her yanı…

Bir an gelir… Yiter o sevda… Yaşama tutunmanın; ağaca dokunmanın, hayvanı sevmenin, suya bakmanın benzersiz hazzı… Hırsızlar gelir alır elinden güzel olan ne varsa… Söz ettiğimiz insandır oysa… Umut kesilmez insandan… Hırsızlar varsa, haysiyetini idam sehpasına çıkaran varsa; dirençli, özgür çocuklar var…

Hırsıza pabuç bırakmayacak kadar seviyorum yaşamı…

Dize dize, soluk soluğa, kana kana…

İstanbul çiçeklenmiş.

Ben güzü de severim, yazı da…

Yeter ki bu biricik armağanı, yani yaşamı kaybetmeyelim, çaldırmayalım…