Yaklaşık üç ay önce öğlenden sonra saat: 15.34’te eve geldiğimde kapı kilidinin göbeğinin yerinden çıkmış olduğunu görünce “hah” dedim: -Hırsızım burada da buldu beni! Daha önce de böylesi anlar yaşadığımdan “alışık” görüntülere kendimi hazırlıyordum. Ama öyle olmadı. Kapıyı açtım salonda bir adam bana bakıyor. Kucağında bana ait bir sırt çantası, içinde bilgisayarım, sıkı sıkı sarılmış […]

Yaklaşık üç ay önce öğlenden sonra saat: 15.34’te eve geldiğimde kapı kilidinin göbeğinin yerinden çıkmış olduğunu görünce “hah” dedim:

-Hırsızım burada da buldu beni!

Daha önce de böylesi anlar yaşadığımdan “alışık” görüntülere kendimi hazırlıyordum. Ama öyle olmadı. Kapıyı açtım salonda bir adam bana bakıyor. Kucağında bana ait bir sırt çantası, içinde bilgisayarım, sıkı sıkı sarılmış bana doğru geliyor.

Bilgisayarla çıkıp giderse içinde yarısı yazılmış bir roman, daha önce yazdığım on beş kitap, sayısız makalem, gazete yazılarım, benimle yapılmış söyleşiler, geriye doğru on yıllık fotoğraflar, belgeseller için bana verilmiş arşivler ve daha pek çok değerli belgem de uçup gidecek.

Ne yapabilirim? Atladım üzerine tabii ki… Birlikte devrildik merdivenlerden aşağı. Kafam beton zemine ses çıkartarak yapıştı. O benden önce kalktı. Merdivenlerden koşarak indi. Kayıplara karıştı.

Son hırsızımla ilk karşılaşmam böyleydi.

Bir daha da karşılaşacağıma hiç mi hiç ihtimal vermiyordum. Bunca hırsızlığın almış başını gittiği ülkede bir bilgisayarın lafı mı olurdu?

Ama yanıldım.
Hırsızımla dün ikici defa karşılaştım!..

Çift camlı bir odada duvarın dibine dizilmiş beş kişi arasında duruyordu. Başı öne eğik yere bakıyordu. Bir komutla karşıya bakması istendiğinde onula göz göze geldik. O beni görmüyordu. Anında o bakışları tanıdım. Göz bebeklerinde bilgisayarım duruyordu. İçindekilerin yok olup gittiği “hazinem” ile birlikte…

Yakın çevremdeki hiç kimsenin ummadığı bu ikinci karşılaşma İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube, Gasp Masası dedektiflerinin bir polisiye film gibi heyecanlı, titiz, yoğun dikkat ve emek isteyen çalışmaları sayesinde gerçekleşti.

Olay günü ayrı ekiplerle bütün mahalledeki kamera kayıtlarını inceleyip ilgili bölümlerini aldılar. Daha sonra Mobese kayıtlarını takip ederek “hırsızımın” evine kadar -60 km- hareket kayıtlarını topladılar.

Yüzü net olarak görülüyordu. Ama adı sanı yoktu. İşte bu aşamada sabıkalı olarak Emniyet dosyalarında bulunan üç bin beş yüz portre incelendi.

Hiç biri değildi. Çünkü İstanbul’da vukuatı bulunmuyordu. Daha doğrusu yakayı ele vermişliği yoktu. Gasp Masası dedektifleri ülke genelini taramaya başlıyorlar. Sonunda Anadolu şehirlerinde birden fazla kilit göbeği patlatma hüneri gösterdiğini tespit ediyorlar.

Adı, sanı, fotoğrafı artık Gasp Masasındaydı.

Bir de sağ ayakkabı teki polisin laboratuvarındaydı. Benimle boğuşurken ayağına basıp çıkmasına neden olmuştum. Olay günü gelen ekipler ayakkabının çok önemli delil olduğunu söylemişlerdi. DNA testi yapılabiliyordu. Mutlaka ayağı terleyip iz bırakırdı.

Ben “hırsızım” diyorum ama polisler “Abi çok yanlış iş yapmışsın, hiç boğuşmaya falan girmemeliydin” demişlerdi:

-Katilin olabilirdi!

Eve gireceğime kapıyı çekip üzerine kilitlemem daha uygunmuş.

Asayiş Şube Gasp Masasının ekiplerinin titiz mesaisi sayesinde hayatımda bir “ilk” daha oldu:

-Hırsızımla tanıştım!