Şimdiki gençler nereden bilsin eskiden panayırlar düzenlendiğini. Panayırlarda cambazlar filan gösteri yapar, gösteri sonunda da bir Türk bayrağı çıkarırlardı. Ve bir alkış tufanı kopardı seyirciden; bu alkış cambaza mı bayrağa mı, belli olmazdı. Ama sıkıysa alkışlama!

Reis-i Cumhur ve de AKP Umumi Reisi geçen hafta BM zirvesi için panayıra gider gibi gitti New York’a. Merak içindeydik, çünkü orada Trump ile görüşecekti, çünkü Suriye’nin doğusuna girmek için mühlet vermişti ve o görüşmede mühlet sonu erecek diye anlaşılıyordu.

New York’ta bulunduğu beş gün boyunca Trump’a sadece telefon edebildi ve bir de herkesle çektirdiği bir hatıra fotoğrafında boy gösterdi, hepsi bu kadar. Ve üstelik Trump da diğer liderlerle yaptığı temaslardan bahsederken Türkiye’nin adını bile anmadı, iyi mi? Gerçi Trump’ın da başı beladaydı. Kongre’de Demokratlar azil sürecini başlatmışlardı. Belki gidicidir. Yani güvendiği bir Trump vardı, o da hem yüz vermedi, hem de kendi derdine düşmüş halde.

Reis-i Cumhurun ise BM Genel Kuruluna hitabından önce beklerken oturduğu sandalyeden görevliye “I speech kürsü” dediğini işittik. Sonra hiç olmazsa yandaş medyanın manşetleri boş kalmasın diye esti gürledi, okumuşsunuzdur. Ama alkış almak için bayrak bile açamadı işte.

Neyse ki yine “Allah’ın bir lütfü” diyebileceği bir İstanbul depremi yetişti (!) imdadına. New York hezimeti hemen gündemden düşüverdi.

Şimdi işte yine karşımıza geçtiler, yedikleri her haltı unutturup deprem konusunda ahkâm kesiyorlar. Hallederiz diyorlar.

Acaba?

Acaba, acayip, taaccüp, ucube... Hepsi aynı kökten türeyen kelimeler...

Acaba, bu acayip (tuhaf) gelişmeler, bizlerde taaccüp (şaşma) duygusu yaratmak amacıyla böylesi ucube (şaşılacak kadar çirkin olan) tarzlarda tezgâhlanıyor olabilir mi?

Haramilerin, talancıların böylesine köpekleşmelerine bakıp bakıp ‘Hoşt!’ diyoruz ya.

Ve haliyle yine de merak ediyoruz. ‘Merak’ için “olay dizisinin gelişimi ile seyircide uyandırılan soru duygusu” deniyor, haliyle meraklı sorular soruyoruz. Yine ‘merak’ için “gerilim sağlayıcı öğe” de deniyor, haliyle biz de geriliyoruz!

Gerilen toplumsal faylar da kırılacak. Buna şüphe yok. Ama enkaz altında kalmamak için şimdiden tek çare örgütlü bir hazırlık. Bundan da şüphe yok. Demek ki bu konuda da haramilere hoşt demek yanı sıra hep uyarmalıyız birbirimizi: Hişt, hişt boş oturma öyle!

Yine böyle kasvetli günlerde Sait Faik’in “Hişt hişt” hikâyesinden söz etmiştim. Şöyle diyordu:

“Hani bazı, kulağımızın dibinde çok tanıdığınız bir ses, isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir. ... Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!... Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları...

–Hişt hişt!

–Hişt hişt!

–Hişt hişt!”


Yazımı bitirdim. Balkona çıktım, gökyüzünde güneş, uzakta deniz, sokaklarda Pazar günü sessizliği... Ve kulaklarımda bir ses: Hişt! Hişt!

Aşağıda bir köpek havladı, kendimi tutamadım ona da ‘Hoşt!’ deyiverdim.