Tatile gitmeyi başarabilen varsa eğer, rant canavarı çok seviyor diye, oralar da çoktan beton oldu, yapı üstüne yapı doldu. Bundan da ötesi, cehennem inşa etmek, öyle biline.

Hıyar gibi hissetmek!

Alper Turgut

Başkalarının canhıraş çığlıklarına, tüm kapılar sıkı sıkıya kapalı, yüreklerin kulakları çoktan tıkalı. İpsala’da 19 mültecinin donarak ölmesi, kopkoyu bir utanç değilse, sahiden nedir? Hangi vicdan, hangi izan böylesi bir insanlık suçunu üstlenebilir, bu tanımsız ağırlık, sesimizi titretmeli, içimizi ezmeliydi oysa. Bir kez daha insanlık ayaklanmayacak, farkındalık filan artmayacak. Ne mi olacak, yine ve yeniden mülteci dramı deyip, ah vah edip geçiştirilecek. Elbet! Sınırda en bağışlanmaz ayıbımız gibi donan can, sizce hatırlanacak mı, yeni bir hayat aşkına, denizlerde ve göllerde boğulan, soğuk hava kamyonlarında nefessiz kalan onca insan, cansız sayılara dönüşürken, hani unutulmak üzereyken.


Firari haller, artık hayli zaruri gibi. İnsanlar boş yere kaçmıyor yani, Araf gibi bir yere dönüştü, bu kadim coğrafya, hayli zamandır. Pahalı bir bekleme salonu, sabretmesi zor bir mola anı. İşte o kadar. Gitmek yerine kalmayı seçenler de tuzları kuru değilse, büyük bir mücadelenin içerisine girdiklerini anladılar ya da anlayacaklar, en nihayetinde. Kira ödemeye kalksan, elektrikle baş edemezsin, doğalgaz faturasını kurtarsan, mutfakta yanarsın. İnce hesap kitap, ondan bundan vazgeçme, kuru kupkuru bir hayata tutunuş, borçların çoğalması, ‘kaliteli yaşam’ denilen şeyi rüya sanmak ve dahası.

Devletin kurumlarının açıkladıkları rakamlara kimse inanmıyor, aslında kimse kimseye inanmıyor, resmi makamlar, iktidar odakları neymiş, yeri geliyor muhalefete de inanmıyor. Enflasyonu yaşayarak görüyor bu halk, pahalılığı test ediyor an be an, domates alayım, yok alma, mevzuya salça olduğuma da bakma, hem o yaz işi, abooo 30 liraya dayanmış salatalık, eee bunu almak isteyen bizleri hıyar yerine koydunuz bile, ooo kabak da uçmuş, gerek yok şimdi kabak tadı vermeye, diye diye. Vardı varacak mesele, alışverişten boş dönmeye. Hadi yetişkinler, böylelikle pandemiyle birlikte genişleyen midelerini küçültmeyi de öğrenirler diyelim. İstemeye, istemeye. Ya çocuklar? Darmadağın sokaklara bakan pencerelere tüneyen, buğulanmış camların ardında bir bisküvi, bir gofret bekleyen çocuklar. Ebeveynleri düşünün, başları eğik anaları, babaları düşünün, hayatı taşımaktan yorulan zavallı omuz başlarını ıslatan yağmur kadar, hafif olsaydı keşke her yük. Bir çocuğun en ufak bir beklentisini karşılayamayan bir ağrı, kolay kolay geçer mi sanırsınız?

Birçok insan, kurutma makinesini çalıştırmayalım, ısıtıcı kullanmayalım artık, hırka yetmezse battaniyeye sarılıp oturalım, kılık kıyafete bütçemiz yetmez, eskileri giyelim, yıpransak da devam edelim. Şunu örtelim, bunu bitirelim, ötekini gönderelim falan filan, dolap zaten bomboş, israf etmememizi söylüyordu üstüne basa basa Saray’da kalanlar, sonunda dilekleri gerçekleşti. Ardından neleri çıkartalım hayatımızdan, kültür sanat öncelik, belalı günlerde kim ne etsin bilgi birikimini, sinema pahalı, kitap pahalı, eleyelim baştan. Şaka yapmıyorum bu arada, bunlar şu an oluyor, insanlar kendilerini mutlu eden şeylerden arınıyor, tamtakır kuru bakır bir hayata kucak açıyor, merhaba diyor.

Rivayet odur ki, şarap çok eskidir, bira ondan da eskidir. Ta ezelden beri, içer insan (alkol almaz), neşesine de derdine de katık eder. Anlayacağınız sayın seyirciler, binlerce yıllık, harbi kıyak bir öykü bu, medeniyetin bile öncesinde, yazıdan ve paradan çok çok evvel. Cahilken hepimiz, fiyatı da olmayan şeye dadanmışız, seve seve. Sohbeti güzelse şayet, kafalar bir dünya bik bik edeceksek, yazıya dökmeye ne hacet. Çokça mayalanmış yıllar bunlar, arada yasaklar gelse de gökten ve yerden, bugüne dek ulaşmayı başarabilmiş klasik alışkanlığımız. Her şey takas usuleyken, paylaşılıp, bölüşülürken, kamu ihalesi var mıydı, onu bilemem. Ciddiyete dönersek yine, eski Mısır uygarlığında, firavunlar çağında, devasa piramitleri diken emekçilerin ya da adını koymak gerekirse kölelerin, günlük litre litre bira hakları varmış, onca ter döktük, bari buz gibi bir arpa suyu eşliğinde lanet edelim demişlerdir belki tanrı krallar sistemine. O kadarını bilemeyiz.

Günümüze ışınlanalım, plazadan çıkan bir beyaz yakalı, fabrikadan çıkan bir mavi yakalı, yorucu mesai bitiminde, geçen şu günü, bira içerek kapatalım, bu yalan dünyada, biz de biraz keyif alalım diyemeyecekler bu gidişat o gidişat. Astronomik at maması suyu bu, Batı’da gazoz muamelesi görüyor bu, insafınız kurusun gibi tiratlar da karşılık bulmayacak. Herkes çay sevmek zorunda değil ya, günün en güzel anı, birayı kafaya dikmektir belki. Şunu diyorum, kölenin içtiği birayı, içemiyorsa şayet çalışan modern insan, ücretli kölelik düzeni denilen klişe hayatın acı gerçeğidir. Zengin pahalı şarap açtırsın, viskiyi yudumlasın diye, eldeki biradan bile olmak var, meramımız tam olarak budur! Herkes evinde içki yapıyor, birçok insan ölüyor dört duvar arasındaki etil-metil savaşlarında, ha bunca riske rağmen, ev işi imalat da giderek cep yakıyor, gerçekten yazık.

Biz öğrenciydik, kendi kendine yeten ülke özetli derslere girerdik, tarım, hayvancılık iyiydi, abur cubur sıkıntılıydı, karaborsa gerçekti, lakin lezzetli, doğal şeyler de öyleydi. Peki, sonra nereye vardı bu olay? Topyekûn şehirli olmamıza, haliyle. Memleketteki yaklaşık 85 milyon insanın yüzde 93,2’si, kentlere ve ilçelere sığınmışız, estetik yoksunu, göz kanatan, iç sıkan manzaralara hapsolmuşuz, resmen. Öyle veya böyle, saçma sapan yaşam alanlarında, kırsalı övüp, köyleri süslüyoruz, o da lafta ha! Yapay ışıklardan dolayı, gökteki yıldızlara hasret kalmışız, boy verip serpilmesi durdurulamayan bina ormanı sağ olsun, tenimizle buluşan rüzgâr nedir çoktan unutmuşuz. Tatile gitmeyi başarabilen varsa eğer, rant canavarı çok seviyor diye, oralar da çoktan beton oldu, yapı üstüne yapı doldu. Bundan da ötesi, cehennem inşa etmek, öyle biline. Gölü havuza çeviren kafa, dereleri kurutan kafa, ağaçlara düşman kafa, hayvanlara eziyet eden kafa, hayatlarımızı zindana çeviren kafa, sata sata açlığını daha da azdıran kafa. Bu böyle uzuyor, katlanıyor, sövmek bile kurtarmıyor.