Google Play Store
App Store

Aylardır protesto dalgalarıyla sarsılan Lübnan’da, dünyadaki en güçlü devlet dışı aktör sayılan Hizbullah’ın lideri Nasrallah da eleştirilerin odağında. Yolsuzluklara göz yumulduğu iddiası, bazı Lübnanlıların Hizbullah’ı sistemin parçası olarak görmesine yol açtı

Hizbullah, tasfiyesi istenen sistemin bir parçası mı?

NALAN YAZGAN / BEYRUT

Son zamanlarda Lübnan’daki gösterileri izlerken, adı sıkça telaffuz edilenlerin başında Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah geliyor. Türkiye’de, Hizbullah adı birçok değişik çağrışım yapıyor. Arapçada bu isim ‘Allah’ın Partisi’ anlamına geliyor. Türkiye’deki Hizbullah ile yakından uzaktan, isim benzerliği dışında pek bir ilgisi yok.

Lübnan’da yaşayan biri için ise Hizbullah, her gün duymaya alıştığı, varlığını kanıksadığı hatta belki bazılarının kendisini minnettar hissettiği bir oluşum. Öyle ki Nasrallah’ın televizyon konuşmaları Lübnan’da da çok popüler olan Türk dizilerinden daha fazla izleniyor. Sadece Lübnan’da değil tüm Ortadoğu’da herkesin televizyon karşısına geçtiği ve her zaman tıkalı olan Beyrut’un trafiğinin açıldığı nadir anlardandır Nasrallah’ın televizyon konuşmaları. Görüşlerine katılmasa da herkesin değerlendirmelerini dikkate aldığı Nasrallah’ın, İsrail’de yapılan bir ankette, sözüne en güvenilir liderlerden biri olarak belirlenmesi de kayda değer bir ayrıntı.
1979’da İran’daki İslam Devrimi ve 1982’de İsrail’in Lübnan istilasını takiben, bir grup Lübnanlı Şii din adamı tarafından Lübnan’ın güneyinde kurulan İslami bir siyasi parti ve paramiliter bir organizasyon olan Hizbullah’ın üyeleri de çoğunlukla Şii müslümanlar olmakla birlikte özellikle son zamanlarda Hristiyan ve Sünni sempatizanları da çoğaldı. Lübnan-Suriye sınırına yakın Hristiyan nüfusun yoğun olduğu bazı bölgelerden İŞİD’i, Lübnan ordusunun değil de Hizbullah’ın çıkarması, orada yaşayan halkın takdirini kazanmasına sebep oldu.

1982’de, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Güney Lübnan’da bulunuyordu ve İsrail’in kuzeyine Lübnan’dan roket atmak suretiyle saldırıyordu. Bunun üzerine İsrail, Lübnan’ı FKÖ’yü dağıtmak için işgal etti. Hizbullah, İsraillileri Lübnan’dan çıkarmak için silahlandı ve Tahran’dan Beyrut’a uzanan “Direniş ekseninin” yaratılmasını sağladı. Hizbullah, İsrail’in meşruiyetini tanımıyor ve ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Ekim 1997’den bu yana terör örgütü olarak kabul ediliyor. Dünyadaki en güçlü devlet dışı aktör sayılan Hizbullah, Lübnan Ordusu’ndan daha güçlü. Hizbullah ve İsrail 2006 Lübnan Savaşı’nda birbirleriyle savaştılar. Bu İsrail’e karşı alınmış ilk zaferdi ve partinin askeri ve operasyonel gücü, bu savaş sonrasında büyük ölçüde arttı. Bunu da İran’dan askeri eğitim, silah ve finansal destek ile gerçekleştirdiği iddia ediliyor. Suriye’den ise siyasi destek alan Hizbullah’ın 27 yıldır genel sekreteri Hasan Nasrallah.

31 Ağustos 1960 doğumlu olan Hasan Nasrallah, selefi Abbas El Musevi’nin 1992’de İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından öldürülmesinden bu yana Hizbullah’ın üçüncü genel sekreteri.

TAİF ANLAŞMASI

Lübnan’daki iç savaşı sona erdiren bu anlaşma, Suudi Arabistan’ın Taif kentinde müzakere edildi ve 4 Kasım 1989’da Lübnan parlamentosu tarafından onaylandı.
İç savaş sırasında savaşan, silahlı bütün milislerin silahsızlandırılması kararı alındı. Sadece Hizbullah’ın silahları elinden alınmadı. Sebebi de Hizbullah’ın bir milis gücü değil, İsrail’e karşı Lübnan’ı koruyan bir direniş gücü olarak kabul edilmesiydi.

Yine bu anlaşmaya göre Lübnan siyasal sistemi, bazı grupların temsil edilmesini güvence altına alan, mezhepsel anayasal güçler ve idari pozisyonlara dayanıyor. Mezhep esaslı anayasa, cumhurbaşkanının Hristiyan Maruni, başbakanın Müslüman Sünni, meclis başkanının Müslüman Şii olmasını öngörüyor.

Bakanlıklar ve diğer üst düzey devlet pozisyonları için de yine mezhep esas alınarak kotalar konmuş durumda. Bu kotalar belirlenirken Lübnan’ın yaklaşık üçte birinin Maruni Hristiyan, üçte birinin Sünni Müslüman ve üçte birinin de Şii Müslüman olduğu varsayıldı.

Buna göre, Lübnan parlamentosundaki 128 milletvekili Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında yarı yarıya paylaştırıldı. Sonra onlar kendi aralarında mezheplerine göre paylaştırıldı. Buna göre 128 milletvekilinden; 35’i Maruni, 29’u Ortodoks, Katolik ve Süryani, 28’i Sünni, 28’i Şii, 7’si Dürzi, 1’i de Alevi oluyor.

Beyrut merkezli bir araştırma firması olan Lübnan İstatistik tarafından 2012’de yapılan araştırmada Lübnan nüfusunun % 54’ünün Müslüman (% 27 Şii,% 27 Sünni), % 5.6’sının Dürzi, % 40.4’ünün Hristiyan (% 21 Maruni) olduğu tahmin edildi. Nüfusun yüzde 8’i Yunan Ortodoks,% 5’i Melkite ve % 6.4’ü ise Ermeni Ortodoks, Ermeni Katolik, Süryani gibi diğer Hıristiyan mezheplerine mensup.

Buna göre, Maruni Hristiyanların sayısı azalırken, Müslüman nüfus çoğalmış. Demografik yapısı hızla değişen Lübnan’da bu kotalar tartışmaya açılmasın diye özellikle uzun zamandır nüfus sayımı yapılmıyor.

hizbullah-tasfiyesi-istenen-sistemin-bir-parcasi-mi-648659-1.

HEDEF HİZBULLAH MI?

17 Ekim Perşembe günü WhatsApp konuşmalarına getirilen yeni bir verginin ateşlemesiyle başlayan Lübnan’daki gösteriler ile ilgili olarak cumartesi gününe kadar bekleyen Hasan Nasrallah, başbakan Saad Hariri’nin istifasına karşı olduğunu ve mevcut hükümetin devamını desteklediğini söyledi.

Lübnan’da cumhurbaşkanı 29 ay sonra seçilebilmiş, hükümet ise 9 ay sonra kurulabilmişti. Hükümet dağılırsa, yeni bir hükümetin kurulması esnasında ülkenin kaosa girmesinden endişe eden Nasrallah, ülkede “düzen ve istikrarın devamını desteklediğini” söyledi.

Ülkede Taif Anlaşması’ndan bu yana hüküm süren mezhepsel güç paylaşım sistemini kınayan ve değişmesini talep eden göstericiler, iç savaş döneminde savaş baronları olan mezhepçi siyasal elitlerin sistemi ele geçirmesi neticesinde toplumun temsil edilmesinin engellendiğine dikkat çekiyorlar.

Mezhebe dayalı sistemi değiştirecek bir düzenleme uzun yıllar sürebilir. Devrimle sistemi değiştirmek yerine, mevcut sistem içerisinde onu iyileştirmenin ülkenin geleceği ve güvenliği için daha mantıklı ve faydalı olacağını belirten Nasrallah “Siyasi partiler, milletvekilleri ve protestocuların dürüst liderleri arasında diyalog çağrısı yapıyoruz” dedi.

Nasrallah, ilk önce halkın hareketi olarak gördüğünü ve özellikle “dış mihrak” yaftalaması yapılmasın diye meydana inmediklerini söyleyerek; “Zira Hizbullah taraftarları sokağa çıksaydı, olaylarda “İran parmağı” var nitelendirmesi yapılacaktı” diye ekledi.

Lübnan, küresel güçlerin yerel hareketler dolayısıyla hâlâ birbiriyle mücadele içinde olduğu bir ülke. “Direniş eksenini” temsil eden İran ve Suriye ile İsrail, ABD, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın Lübnan’a devamlı direkt ya da dolaylı olarak müdahaleleri ile hassas güç dengelerini korumaya çalışan bu küçük ülkede iç savaşın parlaması hiçbir zaman gündem dışında tutulan bir olasılık değil.

Nitekim kısa süre sonra Nasrallah, bu gösterilerin masum bir halk isyanından öte, yabancı elçiliklerin kışkırttığı ve maddi destek sağladığı, ülkede kaos yaratmak amaçlı ve direniş eksenine karşı yapıldığını açıkladı. Gösterilerin asıl amacının, Hizbullah’ın gücünü azaltmak ve silahsızlandırılmasına gidecek yolu açmak olduğunu iddia eden Nasrallah, Lübnanlılara “bu oyuna alet olmama” çağrısında bulundu.

Kendisi yolsuzluklara karışmasa da yapılan yolsuzluklara göz yumduğu iddiası, bazı Lübnanlıların Hizbullah’ı sistemin parçası olarak görmesine yol açtı. Kendisine hükümette yer bulduğu sürece, “haksızlıklara göz yummasını” direnişin özüne yakıştıramayan bazı göstericiler Nasrallah’ı da diğer liderler gibi istifaya davet etti.

Oklar Hizbullah’a da yöneltilmiş olsa da bazılarına göre Hariri’nin istifası, protestolardan kaynaklanan sosyal ve politik belirsizlikten doğabilecek kaosu Hizbullah neredeyse kesinlikle atlatacak ve Lübnan siyasetindeki güçlü konumunu koruyacak durumda. Ancak Lübnanlıların kafasındaki şu soruyu nasıl cevaplandıracağı önemli. Hizbullah direniş hareketi mi, yoksa tasfiyesi istenen sistemin bir parçası mı?