Geçen yıl, ülke için tam bir karabasan gibiydi.

Siyasetin çözüm üretmeyen çatışmacı niteliğine; ekonominin işsiz ve dar gelirlilere yaşamı çekilmez kılan durumuna ve COVİD-19’un maskeden aşıya çok sağlıksız yönetilmesine bir bütün olarak bakıldığında, toplumun nasıl sıkıntılı bir yılı arkada bıraktığı açıklık kazanır.

Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne yapılan atama ve muhalefeti sindirme girişimleri 2020’de yaşanan olumsuzlukların “daha da ağırlaşarak” 2021’de devam edeceğinin bir göstergesidir.

İKTİDAR BİLİMİ SİLİYOR!

Boğaziçi olayında asıl sorun, siyasal kimliği bulunan bir kişinin rektör atanmış olmasının çok ama çok ötesindedir.

Olay, ülke biliminin kökünün kazınması sürecinin geldiği yeni bir aşamadır.

Bütünü görmek gerekiyor. AKP iktidarında ta anaokullarından başlayarak ilk ve ortaöğretim eğitim programlarının bilimsellikten giderek uzaklaştırılması; Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu-TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisi-TÜBA’ya el konulması, Evrim Teorisi’nin ders programlarından çıkarılması; Türkiye’nin Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi-CERN’e tam üyeliğe geçmesinin engellenmesi; 5194 bilim insanının sorgusuz-sualsiz görevlerinden uzaklaştırılması; üniversite rektörlüklerine 29 Ekim 2016 tarihinden sonra Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın seçtiği kişilerin atanması; yıllardır akademik unvanların bilimsel yeterliliğe göre değil, AKP görüşüne yakınlığa ve akrabalık bağlarına göre dağıtılması; COVİD-19 özelinde oluşturulan bilim kurulunun çözüm üretemeyen durumu aslında Boğaziçi atamasına giden yolun başlıca aşamalarıdır.

AKP iktidarında sayıları üçe katlanan üniversiteler, tüm verilerin kanıtladığı gibi niteliksel bir gerileme ve çöküntü yaşıyor; uluslararası ölçümlerde, bilimsel araştırma, yayın ve nitelikli eğitim yönleriyle her yıl geriye düşmekte; sıralamalarda geçtik ilk 100’ü, içlerinde Boğaziçi’nin de bulunduğu birkaçı dışında ilk 500’e bile girememektedir. Boğaziçi de felç edilerek iktidarın bilimi silme siyaseti yeni bir aşamaya taşınıyor.

İKTİDARIN GIDASI ÇATIŞMADIR!

İktidar, diğer konularda olduğu gibi Boğaziçi konusunda da “yanlış yaptığını” asla kabul edemiyor; geri adım atmaktan çok korkuyor. Oysa birazcık bilimsellik azıcık da demokrasi ile donanmış olsa, iktidar, yanlıştan dönmenin bir erdem olduğu gerçeğini görebilirdi.

Boğaziçi ile iktidar toplumun sinir uçlarına elektrik tutarcasına uyguladığı çatışmacı tutumuna bir yenisini daha ekiyor.

Gösteri ve yürüyüş haklarını kullananlar kolayca terörist sayılıyor. Toplumsal barıştan tamamıyla uzak bir yaklaşımla, “yandaş olmayan düşman” sayılıyor. Siyasi partiler, barolar, meslek oda ve birlikleri sivil toplum örgütleri, gazete ve TV’ler “teröristlerle işbirliği yapan hainler” olarak suçlanıyor. Yandaş olmayan TV ve gazetelerin üzerine, ilan verdirmeme, yayın durdurma, ağır para cezaları ve kapatmalar birer balyoz gibi iniyor. Yaratılan korku ortamında iktidara muhalefet toplumsallaşamıyor; kişisel kalıyor.

Neredeyse günde ortalama bir kadın cinayete kurban gidiyor. Bunun hesabını vermesi gerekirken görmezlikten gelen AKP iktidarı, kadını, “türban abartması”, “vitrin benzetmesi” ile muhalefeti vurma aracı yapıyor.

İktidar giderek “darbe saplantısına” dönüşmüş bulunuyor. Elinde çok güçlü gizli ve açık haber toplama olanağı bulunmasına karşın kendisi dışında kalan her taşın altında darbe arıyor. O kadar ki Milli Savunma Bakanlığı, bir taraftan her kim olursa olsun millet iradesini hiçe sayarak anti-demokratik arayış içinde olanlara karşı mücadelesini azimle sürdürmekte kararlıdır” derken diğer taraftan da terör ve toplumsal olaylarda Türk Silahlı Kuvvetleri-TSK’ye ait silah ve taşıtlar, bakan onayıyla Emniyet ve MİT’e devredilebilir gibi demokrasi açısından asla onaylanamaz bir noktaya varmış bulunuyor.

Yılın ilk haftası bile iktidarın ülkeye daha fazla zarar vermeden, bir an önce yapılacak seçimle işbaşından uzaklaştırılmasının ne kadar yaşamsal olduğunu kanıtlıyor.