Park’ın filmlerinde intikam başta olmak üzere aynı temalar sık sık kendilerini gösteriyor. Park’ın önemli bir temasının da kayıp zamanın peşinde koşmak, çalınan hayatların hesabını sormak olduğu söylenebilir

Hizmetçi: Kayıp Zamanın Peşinde

Chan-Wook Park, bir auteur olmadığını iddia ediyor. Filmlerinde auteur yönetmenler gibi aynı konulardan-temalardan söz etmiyormuş, ona kalırsa. Ama ‘İntikam Beye Sempati’, ‘İhtiyar Delikanlı’ ve ‘İntikam Meleği’ filmlerine ‘intikam üçlemesi’ adını da ben kendim verdim diye de ekliyor. Eğer Park, auteur değilse kim auteur açıkçası bilmek zor. Park’ın filmlerinde intikam başta olmak üzere aynı temalar sık sık kendilerini gösteriyorlar. Rashomon’a benzer çok perpektifli bir yapı da intikam gibi, Park filmlerinin alamet-i farikalarından. İlk büyük hiti J.S.A.: Joint Security Area (Ortak Güvenlik Alanı) için birçok eleştirmen Akira Kurosawa’nın muhteşem filmi ‘Rashomon’ benzetmesinde bulunmuştu. Tuhaftır, bu benzetmenin Park’ın son filmi ‘Hizmetçi’ için yapıldığına, okuduğum yazılarda rastlamadım. Ama ‘Rashomon’ benzeri çok perspektifli bir yapıya J.S.A.’dan çok ‘Hizmetçi’ klasik bir örnek.

Park’ın, İngiliz yazar Sarah Waters’ın, Booker Ödülü’ne aday gösterilmiş olan 2002 tarihli ‘Ustaparmak’ (‘Fingersmith’; Nora Yayınevi) adlı kitabından uyarladığı ‘Hizmetçi’, Park’ın en erotik ve en romantik filmi. Bir lezbiyen aşk hikâyesini anlatan filmin eşcinsel temasının izleri, örtük biçimde de olsa Park’ın ilk filmlerinden ‘J.S.A.’da bulunabilir. ‘J.S.A’de Güney ve Kuzey Koreli iki asker arasında sıradışı bir dostluk anlatılır. Görünürde cinsellik olmasa da, birçok işaret homoerotik bir romansa işaret eder.

‘Hizmetçi’de ise örtük bir cinsellik yok, hatta kimilerine göre, fazlasıyla röntgenci bir kameradan, bir erkek bakışından söz etmek mümkün. Ama öyle olsa da bu illa kötü mü? Sinema bize her türlü duyguyu yaşatabilir. Ağlatabilir, güldürebilir, korkutabilir, niye erotik haz da vermesin? Eğer bağlam insanı nesneleştiren bir bağlam değilse, sorun ne? ‘Hizmetçi’nin lezbiyen aşıkları için her şey denebilir ama nesneleştirilmişler denemez. Onlar, erkeklerin kendilerini nesneye çevirmeye çalışmalarına başarıyla direnen, cesur ve akıllı kadınlar. Aynı zamanda güzel ve seksiler de. Seksi kadın ya da erkek görmeye entelektüellerin de ihtiyacı var, sadece ‘Karanlığın 50 Tonu’nun seyircilerinin değil. Böyle deyince, Park’ın sineması entelektüellere hitap eden bir sinema demiş gibi oldum. Yanlış değil ama eksik. Park, hem Cannes gibi büyük festivallerde önemli ödüller kazanan, hem de ülkesi Güney Kore’nin en çok gişe yapan filmlerinin bazılarının altında imzası olan bir yönetmen. ‘İhtiyar Delikanlı’, Quentin Tarantino’nun, Cannes’da jüri başkanı olduğu 2003’te Jüri Büyük Ödülü’nü kazanmıştı. Tarantino’nun arzusu, Palme D’or’u ‘Oldboy’a vermekti ama gücü yetmemişti. ‘Kan Arzusu’ 2009’da yine Altın Palmiye’ye aday olmuş ve Jüri Ödülü’nü kazanmıştı (Andrea Arnold’un ‘Akvaryum’u ile birlikte). ‘Hizmetçi’ ise Cannes’dan en iyi sanat yönetimi ödülüyle döndü. Gişede ise Park’ın üç filmi, Güney Kore’de en çok iş yapan ilk yüz film içinde yer alıyor. J.S.A. çıktığında Güney Kore sinemasının gelmiş geçmiş en çok bilet satan filmi olmuştu.

Güney Kore, bize çok uzak ama çok da yakın bir ülke. Kore Savaşı’nın anısı hâlâ yaşlı kuşağın aklında. Fakat Türkiye’de neredeyse ne yaşanmışsa Güney Kore’de misliyle yaşanmış. Askeri rejim deseniz öyle, sanayileşme deseniz öyle. Askeri rejimden demokrasiye, köylü toplumundan sanayileşmiş kentliliğe dev adımlarla ilerlemiş bir ülke Güney Kore. Zaman sanki insanların elinden akıp gitmiş, kaybolmuş. Chan-Wook Park’ın önemli bir temasının da kayıp zamanın peşinde koşmak, çalınan hayatların hesabını sormak olduğu söylenebilir. ‘İhtiyar Delikanlı’nın kahramanı Oh-Dae bilmediği bir nedenden, bilmediği kişilerce 15 yıl hapiste tutulur. Hapisten çıktığında da kayıp zamanının intikamını almaya çalışır. ‘İntikam Meleği’nin kadın kahramanı da işlemediği bir suçtan hapse girmiş, çıktığında o da intikam peşine düşmüştür. ‘Hizmetçi’de hapishanenin yerini akıl hastanesi alır. Haksız yere akıl hastanesine kapatılan bir kadın söz konusudur yine ve o da intikam almak ister. Daha da genel planda filmin geçtiği 1930’larda Japon işgali altındaki Kore’nin bir hapishane olduğu söylenebilir. Kayıp zaman bireyi aşar, bütün bir ülkeyi kapsar.
Ama intikam, Park’ın kayıp zamanlarının peşindeki kahramanları için iyi bir sonuç vermez hiçbir zaman. İntikam, intikamcıyı bir canavara dönüştürür. Öyle ki, ‘İhtiyar Delikanlı’nın kahramanı Oh Dae-Su, sonunda bilincinin ‘canavar’laşmış kısmını hipnozla sildirir, çünkü hayatına ancak bu şekilde devam edebilecektir. Bu arada sözü edildiğini duymadığım bir ilişkiyi not edeyim: Michel Gondry’nin ‘Sil Baştan’ı ‘İhtiyar Delikanlı’dan bir yıl sonra çekilmiş. İki filmde de bir hafıza sildirme teması var. Fakat asıl şaşırtan şey ‘İhtiyar Delikanlı’da tam bu benzerliği düşündüğünüz anda karşınıza çıkan görüntünün filmin kahramanının kuşbakışı karda yatan hali olması. Tıpkı ‘Sil Baştan’ın afişindeki Jim Carrey’yle Kate Winslet’in buz üzerinde yatan görüntüsü gibi. Tesadüf mü, ilham mı bilemeyeceğim. İki film arasında çok kısa bir süre var, muhtemelen bir ‘büyük zihinler, benzer düşünür’ durumu söz konusudur.

‘Hizmetçi’ye dönecek olursak, Sarah Waters’ın romanı yaklaşık iki asır öncenin İngilteresi’nde geçer. Romanın iki kadın kahramanı arasındaki temel fark sınıfsaldır. Park, BBC’nin dizileştirdiği Waters’ın romanını Kore’ye uyarlamış ve tarihi 10930’lara yani Japon işgali altındaki Kore’ye çekmiş. Dolayısıyla filmin iki kadın kahramanı arasındaki sınıf farkına, kültür ve ülke kimliği farkları da girmiş. İşgalci ve işgal edilen arasındaki kültür farkı sadece Japon ve Kore kültürleri arasındaki fark da değil. Japon işgalci aracılığıyla Batı kültürü de Kore’ye girmeye başlamış. O döneme kadar dışa kapalı bir toplum olan Kore’nin hızlı değişimi bu yıllarda başlamış. Park filminde, Batı kültürünü temsil eden özenti Korelileri de eleştiriyor. Filmin kötü adamları onlar.

Filmdeki eşcinsellik için ise Park, bağımsız filmler ve yeraltı kültürünün eşcinselliği inatla konu alması sayesinde bu filmin yapılabildiğini, ve bu filmin de Kore toplumundaki homofobinin kırılmasına katkıda bulunacağını umduğunu söylüyor. Filmin gişe başarısına bakıldığında, Park’ın amacının gerçekleşmekte olduğu söylenebilir. Filmin kadın perspektifini ise yaşlandıkça kendisindeki feminen yanının öne çıkmasıyla açıklıyor. Balzac’ın “her büyük yaratıcının güçlü bir kadın yanı” olduğu sözüne rastladığında çok etkilendiğini söylüyor. Eşi ve kızıyla yaşayan Park’ın hanesinde de kadınlar çoğunlukta zaten.

Waters’ın kitabının orijinal adı ‘Fingersmith’ Viktorya dönemi İngilizcesinde ‘eli uzun, kapkaççı’ anlamına geliyor. Kitabı uyarlarken önemli değişiklikler de yapan Park, Waters’ın önerisiyle filmin ismini de değiştirmiş. Fakat orijinal isimdeki ‘parmak’a bir şekilde ‘el’ ile gönderme yapmayı da ihmal etmemiş. Çünkü hizmetçi sözcüğünün karşılığı olarak kullandığı ‘Handmaiden’ sözcüğü el sözcüğünü içeriyor. Ayrıca filmde parmakla ilgili önemli bir sahne var.

Filmin oyuncuları üzerine konuşmak biraz boş gibi çünkü Koreli oyuncuların adları hızla unutuluyor. Ama şu bilgi de önemli: ‘Hizmetçi’nin başrol oyuncusu Min-hee Kim, bu yıl Berlin Film Festivali’nde Hong Sang Soo’nun ‘Gece Sahilde Tek Başına’ filmiyle en iyi oyuncu ödülü kazandı. Kim’in adını ilerde de duyacak gibiyiz.