Kardinal, bildiğimiz kardinal. Yani Papa’nın seçiminde söz ve oy sahibi piskopos (başpapaz). Kilisenin yönetiminde Papa’nın danışmanı ve yardımcısı. Bütün Katolik Hristiyanlar üzerinde Papa’dan sonra sözü en çok geçen din adamı…
 
Hoca da bildiğimiz hoca, Nasrettin Hoca gibi…
 
Akdeniz havzası ve İtalya’nın çeşitli yörelerinde “Hoca”, “Giufa” olarak ad kazanıyor.  Giufa da bizim Nasrettin Hoca gibi “Hem sağduyuyu, hem aptallıkla birlikte sıra dışı bir zekâyı kendinde birleştiren, elâleme alay konusu olmakla birlikte özgün buluş ve çözümleriyle şaşırtan, kurnaz, otoriteye aldırış etmeyen bir halk adamı…” (Leonardo Sciascia: Şarap Rengi Deniz; çev: Neyyire Gül Işık, YKY, s: 61)
 
Peki, bir hocanın bir kardinal ile ne ilişkisi olabilir?
 
Sicilyalı yazar Sciascia, “Şarap Rengi Deniz” kitabında yer alan “Giufa ile Kardinal” öyküsünde bu ilişkiyi alaycı, bilgece buruk bir gülümsemeyle anlatıyor.
 
Öykü, özetle şöyle:
 
Ev halkı bir gün Giufa’ya ava çıkmasını öğütler. O da dededen kalma tüfeği alarak kırda pusuya yatar ve yörenin kardinalini vurur; ardından ne olduğunu bilmediği bu nesneyi sırtlayıp evin yolunu tutar.
 
Anası durumu görünce çılgına döner. Bunun üzerine Giufa, önce kardinali, ardından anasının beslediği koçu avludaki kuyuya atar.
 
Kardinalin ortadan kaybolması üzerine doğal olarak o kentte ve bütün Sicilya’da kıyamet kopar. Her köşe bucakta kardinal aranmaktadır.
 
Ve birkaç gün sonra Giufa’nın evinin avlusundaki kuyudan çürümüş et kokusu geldiği haberi alınır.
 
Önce yüzbaşı, ardından bütün polisler kuyunun başında toplanır, fakat et kokusu öyle mide bulandırıcıdır ki, kimse kuyuya inmeye cesaret edemez. Çareyi biraz para vererek Giufa’yı indirmekte bulurlar.
 
Giufa, kuyuya inince yüzbaşı ile konuşmasını sürdürür.
 
Kardinal, bir köpek midir? Kaç bacağı var; iki mi, dört mü? Boynuzlu muydu? Acaba büyük günahlar işledi mi?
 
Sorular, yüzbaşıyı çileden çıkarır.
 
Sonunda Giufa, kardinal niyetine koçu sağlam bir ipe bağlayarak kuyudan çekmelerini söyler.
 
Öyküyü okumayı bitirince ince mizahı yanında toplumda saygın bir kişiliğe karşı oluşan duyarlılığı, -duyarsızlık mı demeli yoksa- düşündüm.
 
Daha yakın bir zamanda, bütün bir Akdeniz havzasını da etkisi altına aldığı görülen Nasrettin Hoca’nın başına gelenleri bir daha anımsadım.
 
Dünyaca ünlü halkbilim adamı, ki bir zamanlar onu da solcu diye yaftalayarak ülkemiz dışına atmayı becermiştik. Pertev Naili Boratav’ın Nasrettin Hoca çalışması da üstelik bu öyküyü bugün basan yayınevi tarafından yayın sansürüne takılmıştı ve sonraları yürekli bir yayınevinin (Kırmızı Yayınları) çabasıyla okurlarıyla buluşabilmişti.
 
İkincisi, bugün şu ileri demokrasi dediğimiz ortamda, buna Nasrettin Hoca’nın torunları olduğumuzu de ekleyerek, hoca ile kardinal ilişkisini irdeleyen benzeri bir öykü yazılabilir mi?
 
Tabii, bir de ecdadımızın aziz ruhunu incitmeden!