İnsanlar, herhangi bir öğreti hakkında genellikle o -inancı, dini, ideolojiyi- temsil eden kişiye veya örgütlü yapısına bakarak bilgi sahibi olur. Söz konusu din olduğunda zaten başka yollardan bilgi sahibi olma şansınız yok. Ekleme-çıkarma yapılamayan, itikadın (inanma) ve mutlak itaatin geçerli olduğu dinler hakkındaki yargılarımızın kaynağı doğal olarak şahıslar olmak zorunda. Bu bilme biçimi, dinler hakkındaki bilgimizde yanılma payımızı yok denecek kadar azaltır. Çünkü dini temsil eden, her söz ve hareketini kutsal kitabına ve kitabı kusursuz bir biçimde yaşayan peygamberine dayandırır.

Mesela bir Türkiye vatandaşı İslam dinini öğrenmek, bilgi eksikliğini gidermek istiyorsa Fethullah Gülen, Tayyip Erdoğan, Cübbeli Ahmet Hoca gibi hayatını dini usullere göre yaşayan, çok konuşan ve aynı zamanda iletişim araçlarını iyi kullanan şahsiyetlerden birine veya tümüne birden bakmak zorundadır. Aralarındaki ihtilafa bakıp birini seçmek durumunda değiliz, varsa farkları o kendi sorunları. Bizim için esas olan itikat kaynaklarının farklı olmamasıdır.

İslam dinini anlama konusunda benim favorim Cübbeli Ahmet Hoca; vaizlerinde mutlaka kaynaklara başvurması, en önemlisi de diğerleri gibi dinleyeni germemesi tercihimi Cübbeli’den yana yapmama neden oluyor. Son zamanlarda, özellikle 15 Temmuz’dan sonra iktidarla ters düşmenin ağır bedelleri olacağını fark edip iktidar dilini geliştirmiş olsa da İslam dini konusunda güvenilir kaynaklardan biri o.

Cübbeli, son vaizlerinden birinde Farabi ile İbn-i Sina’nın kâfir olduğunu tekrar etmiş, bunun üzerine bu Müslüman kökenli düşünürlerin Batı bilimine ilham kaynağı olduğunu düşünen İslamcı bazı gazete yazarlarından azar işitmişti. Ben de Kuran’ı kaynak gösterdiğini belirterek “Cüppeli Ahmet Hoca saçmalamıyor” başlıklı bir yazıyla araya girmiştim (28.10.2016 BirGün). Hakikatten öyle, adam parmağı ile İslam’ın temel kaynağı Kuran’ı işaret ediyor; rahlesindeki başka bir kitap değil ya da Arapçadan çeviri sorunu yoksa Cübbeli’ye saçmalıyor diyen Kuran’ı inkâr etmiş olur!

Gelelim Hoca’nın saçmaladığı noktaya: Hoca, sonraki vaazında, benim o yazımı Ahmet Hakan’la Yeni Şafak yazarı Salih Tuna’ya karşı savunmasında kullanıyor. Hoca’ya göre ben gâvur mantığı güzel çalışan “akıllı inançsız”mışım. İtirazım yok; bundan ötürü bana defalarca gâvur, kâfir, inançsız demesini; hatta yazımda geçmemesine rağmen ‘ben vahiy falan tanımam’ (Bunlar Hoca’nın hakaret sayıp “retük var” diyerek çekidüzen verdiği dilinden dökülenler. Oysa RÜTÜK onlar bize sayıştırsın diye var, bizim hukukumuzu korumak için değil ki) dediğimi söyleyip hedef göstermesini de saçma bulmadım. Fakat yazıya bakarak Cübbeli Hoca’nın “BirGün gazetesi FETÖ’cü mü ne?” demesi telafisi imkânsız bir saçmalamaydı.

Bunların irticalen konuşamadıklarını, konuşurlarsa da saçmaladıklarını biliyoruz; fakat Cübbeli’nin itikatsız olduğunu bildiği ben ve gazetem BirGün’le itikadından şüphe duymadığı Fethullah Gülen arasında bağ kurmaya çalışması ancak bu kadar olur dedirtecek cinsten bir kurnazlık örneği. Cübbeli, davranışına bakılmaksızın iman edene gâvur denemeyeceğini naklediyor, iman etmediğimiz için ona göre biz gâvuruz. Peki, sormak gerekmez mi, iman sahibi bir Müslümanı bir gâvurla nasıl ilişkilendiriyorsun diye; günah değil mi?! Sorsak da yanıt alamayız, çünkü aralarındaki posta ilişme kavgası bunların gözünü karartmış.