Bir anlamda, Cumhuriyetçi Parti yönetiminin, kadrolarının da katkısıyla “ABD demokrasisi” askıya alınacak; açık faşizme doğru adım atılacaktı. Bu eşik aşılmadı; ama neofaşizm, önümüzdeki dönemde Trump’la veya yeni liderlerle ABD’de varlığını sürdürecek; Biden yönetimini de etkileyecektir.

Hocaların hocası Korkut Boratav: Sol güçlenmezse neofaşizm yeniden iktidar seçeneği olur

BİRGÜN PAZAR

Prof. Dr. Korkut Boratav ile yükselen neofaşizmi, Trump’ın seçim yenilgisini, Biden’ın kazanmasının ardından ABD’nin olası iç ve dış siyasetini ve tüm bunların Türkiye’ye yansımalarını konuştuk. İyi pazarlar!

►Trump döneminde ABD'de neofaşizmin yükselmesi; ırkçılık karşıtı kalkışmalar, pandemiyle bağlantılı sınıfsal talepler, genç kesimin sosyalizme yönelik ilgisi ile eş-zamanlı. Trump’ın seçim yenilgisi, bu çerçeveye nasıl yerleşiyor?

Neofaşizm, günümüz dünyasında yaygınlaşan bir olgudur. Neoliberal programların kırk yıllık sonuçlarına karşı halk sınıflarının tepkileri gecikti; ama 2000 sonrasında önce “Güney” coğrafyasında; 2008 finansal krizi sonrasında da Batı toplumlarında patlak verdi; yaygınlaştı.

Halk muhalefeti, temsilî demokrasi sınırları içinde sermayenin tahakkümü sürdürülerek denetlenebilir miydi? Egemen sınıflar bu soruya yanıt aradı. İki “operasyon”dan oluşan bir çözüme ulaştı. Önce sol, sosyalist, “bölüşümcü” seçeneklere iktidar yolu kapatılacak; sonra neofaşist bir akım halk tepkilerini kısmen sahiplenerek ortaya çıkan boşluğu (gerekirse iktidara gelerek) dolduracak…

Bu gelişmeleri Trump ve ABD örneği içinde açalım. 2008-2009 krizi, ABD’de kapitalizmin çirkin yüzünü teşhir etti. “Nüfusun yüzde 1’i ve dev şirketler hem iktidarı, hem ekonomiyi yönetiyor; üstelik krizi onlar yarattı” tespitini Wall Street’i işgal eylemleri izledi.

Genç kuşaklarda sosyalizm saygınlık kazandı. Yüz yıl önceki ABD Sosyalist Partisi’nin mirasını sahiplenen Bernie Sanders, 2016 ve 2020 başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’den aday oldu. 2016 ön seçimlerinde Wall Street’i tedirgin eden bir program ve kampanya ile Hillary Clinton’un uzun süre önünde gitti. Anketler Trump’ı yenilgiye uğratacağını gösteriyordu. Demokrat Parti yönetimi Sanders’ı baltaladı; Clinton’un adaylığı kesinleşti; ama Donald Trump’a yenik düştü.

Donald Trump, kimlik özellikleri ve ideolojik olarak faşisttir. Programı, neoliberalizmin küreselleşmeci bazı boyutlarıyla uzlaşmayan öğeler içerir. ABD şirketleri, üretimlerini dünya ekonomisinin ucuz emek bölgelerine taşımamalı; yerli sanayi gümrük tarifeleriyle korunmalı; göçmenler önlenmeli…

Trump’ın bu politika önerileri, ırkçı-tutucu bir söylemle birleşince, kırsal bölgelerde, küçük burjuvazide, yoksul, beyaz, eğitimsiz, mavi yakalı emekçilerden destek aldı. Güney eyaletlerindeki tutucu değerlerle; Cumhuriyetçi Parti’de güçlü olan faşizan akımla bütünleşti. 2016 seçimlerini kazanması böyle mümkün oldu.

2017-2020’de seçim programını kısmen hayata geçirdi. Kurumlar vergisini yüzde 31’den yüzde 20’ye indirerek büyük sermayeyi mutlu kıldı; ama sermayenin küreselleşmeci/liberal katmanlarını da tedirgin etti. Ancak, Wall Street’in ve dev şirketlerinin ılımlı sosyalist Sanders’ı önlemeye öncelik verdiğini hatırlamalıyız. Sanders’ı 2016’da Clinton’a, 2020’de de Biden’a karşı devre-dışı bıraktılar; dört yıl önce Trump’ın seçilmesini sağladılar.

►Trump’ın seçim yenilgisi Amerikan neofaşizminin kırılma noktası da oluyor mu?hocalarin-hocasi-korkut-boratav-sol-guclenmezse-neofasizm-yeniden-iktidar-secenegi-olur-821622-1.

Trump 2020 seçimini kesinlikle, önemli farklarla yitirdi. Toplam oylarda Biden, Trump’a 7 milyondan fazla; yüzde olarak 4,5 puanlık fark yaptı. Seçmenler Kurulu (“Electoral College”) nihaî karar organıdır; burada da Biden 306, Trump 232 oy aldı.

Trump’ın seçimi yitirmesi durumunda “anayasal bir darbe” hazırlığı içine girmişti. Bu durum açık-seçik ortadadır. Cumhuriyetçi Parti’nin Senato çoğunluğu seçimden kısa süre önce Yüksek Mahkeme’ye Trump’ın önerdiği aşırı sağcı bir hukukçuyu atayarak olası bir “anayasal darbe”nin ön-hazırlığını yapmıştı. Trump’ın Eyalet mahkemelerindeki tüm itirazları reddedildikten sonra bile Cumhuriyetçi Parti’nin Senato ve Temsilciler Meclisi’nden 106 üye ve Texas Eyaleti, seçimin iptali için Yüksek Mahkeme’ye başvurdu. Başvuru reddedildi.

Unutmayalım ki Trump, ırkçı söylemi ve neofaşist programı ile ABD seçmeninden 74 milyonu aşkın oy aldı. Bu kitlenin yüzde 70’i “seçimlerin hile yoluyla çalındığına” inanmaktadır. Silahlı faşistler örgütlenmiştir. Oyların dökümü daha tartışmalı olsaydı, sokaklara, meydanlara egemen olma hazırlıkları vardı. Yüksek Mahkeme seçimin iptaline karar verecekti ve Trump Beyaz Saray’da oturmayı sürdürebilecekti. Trump’ın eski güvenlik danışmanlarından Michael Flynn, 17 Aralık’ta dahi, “Trump’ın sıkıyönetim ilan ederek seçimleri iptal etmesi” çağrısı yapabilmiştir.

Bir anlamda, Cumhuriyetçi Parti yönetiminin, kadrolarının da katkısıyla “ABD demokrasisi” askıya alınacak; açık faşizme doğru adım atılacaktı.

Bu eşik aşılmadı; ama neofaşizm, önümüzdeki dönemde Trump’la veya yeni liderlerle ABD’de varlığını sürdürecek; Biden yönetimini de etkileyecektir.

►ABD’deki son gelişmeleri dünya çapında neofaşist hareket açısından nasıl değerlendirmek gerekir?

Neofaşizm ABD’ye özgü bir hareket değildir. Egemen sınıfların bir kanadı küreselleşme karşıtı bazı halk tepkilerini sahiplenir; faşist değerlerle bütünleştirir; siyasete taşır. Liberal burjuvazi de bu akımı “faşizm” yaftası ile değil, “popülizm” olarak nitelendirir ve saygınlık kazandırır.

ABD ile en yakın benzerlik İngiltere’de var; Trump’ın rolünü orada Boris Johnson üstlendi ve Brexit’i gerçekleştirdi. ABD’de iktidara aday olan solcu Sanders’ın İngiltere’deki paraleli İşçi Partisi’nin tarihsel sol platformunu canlandıran Jeremy Corbyn’dir. Brexit’e karşı olan İngiliz sermayesi ve finans çevreleri, Corbyn’i yıpratmaya öncelik verdiler. Seçimi kaybetti; İşçi Partisi liderliğinden uzaklaştırıldı; Brexit gerçekleştirildi.

Dünya coğrafyasının bütününde, ulusal farklılaşmalar içinde neofaşizm 21’nci yüzyıl boyunca yaygınlaşmıştır: Faşist liderlerin yönettiği ABD-Britanya dışındaki ülkeler zincirine göz atalım: Brezilya, Polonya, Macaristan, Türkiye, Hindistan, Filipinler… Avrupa’da, İtalya ve Avusturya’nın da kısa süreli neofaşist iktidarlarla tanıştığını hatırlayalım. Tekrarları gündemdedir.

Milliyetçi ve köktendinci akımlarla bütünleşen neofaşist rejimler arasında yakın bağlar aykırı görünmektedir; ama mümkündür. Örneğin Bolsonaro, Johnson, Erdoğan ile Trump arasında sıcak ilişkiler oluşmuştu. Doğu Avrupalı faşist liderler için de benzer tespitler geçerlidir.

Trump’ın yenilgisi, emperyalist sistemin hegemon gücü olan ABD’yi bu zincirden koparıyor. Biden döneminde sol siyasetin ve akımların daha da güçlenmesi durumunda neofaşizm yeniden iktidar seçeneği olacaktır.

Biden'la başlayacak yeni dönemde ABD'nin iç ve dış siyasetinde nasıl yenilik ve değişikler bekliyorsunuz?

Joe Biden, orta-sağ kanadında yer alır. Kıdemli, bir hayli geleneksel bir siyasetçidir. Bernie Sanders’a karşı Demokrat Parti yönetiminin bulduğu alternatiftir. Ön-seçimlerde geride kalsaydı, on üç yıl New York Belediye Başkanlığı yapmış olan milyarder Michael Bloomberg devreye girecekti. Seçim kampanyasında da sermaye çevrelerinden Trump’tan çok daha fazla bağış topladı.

Demokrat Parti, sosyal politikalarda ve “kültür savaşları” diye anılan ırk, kadın ve azınlık sorunlarında (Avrupa terminolojisi ile) “ılımlı sosyal demokrat” çizgidedir. Biden, iç politikada Obama döneminden farklılaşan bir durumla karşı karşıyadır. ABD toplumunda sosyalizme dönük eğilimlerin güçlenmesi Kongre’de sosyalist ve sol eğilimli aktif, etkili üye sayılarının artması sonucunu doğurdu. Biden yönetimi, korona salgınına karşı önlemlerde, sağlık politikalarında, dev şirketlerin vergilenmesinde bu eğilimlerle uzlaşmak zorunda kalacaktır.

Demokrat Parti, dış siyaset alanında iktidardaki sicili ile emperyalist saldırganlığı yürüten “savaş partisi” özelliği taşır. Parti’nin sol kanadı bu alanda etkisizdir. Bill Clinton ve Barack Obama yönetimlerinin Yugoslavya’da, Ortadoğu’da, (başta Ukrayna) eski Sovyet bloku ülkelerinde “rejim değiştirme operasyonları” unutulamaz.

Öte yandan Obama yönetimi 2015’te İran’la yapılan nükleer anlaşmanın tarafı oldu; Trump bu anlaşmadan çıktı. Biden’ın, diğer beş imzacıya katılarak İran anlaşmasına dönmesi beklenebilir.

Trump’ın, Çin’e karşı açtığı ekonomik savaş, korona salgını sorasında soğuk savaş sınırlarına ve çatışmacı çizgiye taşındı. Bu konuda Biden’ın, üslup değişikliği içinde aynı stratejiyi sürdürmesi beklenmelidir. Zira, ortada dünya sistemiyle ilgili bir hegemonya mücadelesi vardır. Şi Jinping’in ÇKP liderliğine gelmesi sonrasında, bu anlamdaki “Çin tehlikesi”, Batı blokunu birleştirmektedir.

►Biden'ın seçilmesi sonrasında, AKP iktidarında da bir arayış söz konusu. Bu sırada da yaptırım kararları geldi. ABD'nin bölge ve genel stratejisi bağlamında Türkiye ile ilişkileri açısından ne söyleyebilirsiniz?

Bu soru, Türkiye’nin sol çevrelerinde etraflıca tartışıldı. Ortak tespitleri hatırlatayım.

ABD’nin Ortadoğu’daki emperyalist tasarımının çerçevesini oluşturan “Büyük Ortadoğu Projesi”ne Türkiye bir “taşeron” olarak katılmış; giderek (özellikle Suriye’de) aktif rol üstlenmişti. 2013 sonrasında Erdoğan, bu katılımı bir “alt-emperyalist” konuma yükseltmeye kalkıştı. İhvan liderliğini fiilen üstlenerek İslamcı misyon içinde Ortadoğu’yu biçimlendirme tutkusuna savruldu.

Bu arada Trump yönetimi ile Pentagon ve Dışişleri üst-bürokrasisi arasındaki uyumsuzluklar ortaya çıkıyordu. Erdoğan, bir süre bu fırsattan yararlandı. Rusya ve İran’la ilişkileri geliştirdi; Ortadoğu’ya taşıdı; Suriye’deki harekât alanını anlamlı boyutlarda genişletti. Bu bağlamda Trump’la kurduğu sıcak ilişkilerden sınırsızca yararlandı. Geçen yıla kadar Trump’ın Güvenlik Danışmanı olan John Bolton, Erdoğan’ın, Ortadoğu ve Türkiye ile ilgili kritik konularda Trump’ı etkileyebildiğini anılarında açıklamıştır.

Ne var ki Ortadoğu’da alt-emperyalist konum, ABD’nin en azından örtülü onayına bağlıdır. Erdoğan’ın bu konuda fazlasıyla “dağıldığı”; Türkiye’nin nesnel gücünün sınırlarını zorladığı; “İhvan tutkusu” nedeniyle Türkiye’yi Katar’la sınırlı bir yalnızlığa sürüklediği ortadadır. Trump yönetimi de sonunda Dışişleri bürokrasisine uymuş; İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, BAE’den oluşan fiili bir ittifakı, Erdoğan’a tercih etmiştir.

Üstelik, Türkiye’nin “ölçüyü kaçırması” bir başka sonuç verdi: ABD Kongresi, Türkiye aleyhine 15 maddelik bir yaptırımlar listesini Savunma Bütçesi’ne ekleyerek yasalaştırdı. Yaptırımların hafifleri uygulanmaya başladı. Bu listenin sonlarında doğrudan doğruya Saray’ı tehdit eden ağır maddeler de yer alıyor.

ABD Başkanı’nın Türkiye kayırma dönemi artık son bulmuştur. 2021’de Türkiye, belki de ABD-Avrupa eşgüdümü içinde ağır yaptırımlarla muhatap olacaktır.

Bu kritik dönemeçte Saray, “reform” söylemi başlattı. Ekonomi yönetiminin değişmesi, uluslararası finans piyasalarının “teskin edilmesi” yeterli değildir. İç ve dış siyasete, AB’ye, Avrupa Konseyi’ne dönük üsluplar da izlenmektedir. Örneğin “hukuk reformu” söylemi ile “AİHM kararlarını tanımayız” ifadesi arasındaki çelişki Avrupa’nın dikkatinden kaçamaz.

Kısacası, Saray, dış siyasette de Türkiye’yi yönetilemez bir konuma sürüklemektedir. Sancılarını Biden döneminde fazlasıyla yaşayacağız.