Hoca olmak, bir nev’i çocuk olmak, bazen genç olmak. Ama hiçbir zaman yaşlı olmamak. Rüyada yaşayan yaşlanmaz belki de hülyayla gezen genç kalır. Boratav'lardan Korkut Hoca işte, 82 genç yaşında, üniversite kapılarında bir öğrenci ruhuyla, direniş coşkusuyla

Hocam!

Hocam, ODTÜ’den. Hocaya da hoca, öğrenciye de, çalışana da. Bir tevazu seslenişi olarak, bir selam olarak, tanışıklık, anlayış, gülümseyiş olarak. Öyle de böyle de. Severiz bize bir harf öğreteni. Tabiatıyla hayatı, dünyayı, göğü, yıldızı, matematiği, dağları, yolları, buğdayı, artıdeğeri, metali, aşkı, öşürü, alıcı, şarabı, ortaçağı, atüt’ü, rimbaud’yu, yunus emre’yi, köroğlu’nu, binbir gece masalları’nı, feridüddin attar’ı ve mantık ut tayr’ı, yani kuşların dilini ve vedalaşmaların ilmini ve kuvayı milliye’yi, 1789’u, eşitlik, özgürlük ve kardeşliği, marx’ı, maveraünnehir’i, max weber’i, tasavvufu, antik çağı, barbarlığı, akdeniz’i, aydınlanmayı, şiiri ve bunun gibi... Bazıları hayata, bazıları rüyaya, bazıları aşka, çocukluğa, geleceğe, evrene dair ve dahil şeyleri anlatanlara, belletenlere, öğretenlere, bir de bakmışsın, hiç unutturmayanlara kısaca ve eskiden beri ve güzel bir doğallıkla ve ince bir yakınlıkla ve sade bir törenle bizi kendimizle buluşturanı severiz.

Hocam. Sevgili hocam. Kitabı açınca aslında hayatı açan. Yolu açan, kafayı açan, yüreği açan, gözleri açan, gönlümüzü açan, apaçık, dupduru, dosdoğru, insan mı insanlar. Benim için velilerin hizasında duran yürek işçileri. Karıncalar. Ateşböcekleri. Meraklılar, dalgınlar, hülyalılar, sevdalılar. Benim Üniversitelerim’in hocaları. Mübeccel Kıray ve Nermin Abadan Unat’ı neredeyse 40 yıl önce ODTÜ’de Sosyal Bilimler Kongresi’ndeki halleriyle hatırlıyorum. Ellerindeki zilleri çalıyorlar, sosyolojiye neş’e katıyorlar, ne güzel oluyor, ne güler yüzlü sosyoloji oluyor, efsane hocalarımız onlar, bir de kulaklarımızı çekseler salona girerken, ne sevinirdik ama. Yine sevindik ama. Hatıra sevinci.

H. Ünal Nalbantoğlu, canım hocam. Uzun, zayıf, kemik ve sinirden oluşmuş gibi ama sinirsiz, tarihsel sosyoloji miydi ders, sonra odasına çağırıyor, panoda asılı duran şiirini gösteriyor Ziya Osman Saba’nın. Saba’nın şiirini göstermek, iyiliği göstermektir. Unutmuyorum hiç. Teorilerle, Heidegger’le, Althusser’le uğraşan, uzun uzun tartışan ve Ziya Osman’ın saflık ve yalınlık dolu şiirlerini okuyan, sonra ona benzeyen şiirler yazan, o şiirleri ‘nasıl?’ diye bana okuturken, daha ilk kitabı bile yayımlanmamış bir şiir heveslisine yani, heyecanını saklamak için pencereden dışarıya bakan, ah hocam kül ettiniz böyle böyle kaç sigarayı, sonra da içimizi yaktınız...
Ünsal Oskay Basın Yayın’daki odasında. Oda mı küçük içtiğimiz sigaralar mı dağ gibi birikiyor, Benjamin dedikçe bir sigara, Baudelaire dedikçe bir daha, sonra Paris Pasajları, sonra oyun, sonra Huizinga. Ünsal Oskay, kafası da kapısı da her daim açık hoca. Cebeci’nin Siyasal’ın bizim olduğu yıllar. Hocalar hocalar...

Enver Gökçe’nin 1948 Dil Tarih tasfiyesinden sonra yazdığı ünlü şiir, “Dost” 70 yıl sonra sanki bugün yazılmış gibi: “Sana selam olsun/Sürgünler, mahkumlar, hastalar/Alacağın olsun/Seni İstanbul seni/ Seni Bursa, Çankırı, Malatya/Sizlere selam olsun üniversiteler/Öğretmenleri alınmış kürsüler/Öğretmenler”. Onlara bakıp hoca olmak istedim ben de. Çünkü bazı şairlere bakıp şair olmak ister insan, ve bazı insanlara bakıp şiir olmak ister. Ben de bazı hocalara bakıp sosyolog olmak için okumuştum. Olmadım ama okudum. Belki de onların varlığının öğrettiği buydu. Her şeyi ‘olmak’ için ya da ‘olsun’ diye yapmamak. Bana da başta okuma sevgisi olmak üzere onların göz kırptığı hayli şey kaldı.

Hülyalı bir şey kendini bir tutkuda yitirmek. Aşkla okumak yazmak kazmak. Ders anlatırken bir yolculuğa çıkmak, uzun uzun gitmek, nasıl döneceğini hiç düşünmemek. Uçmak. Kanatların kalpten de önce kırılacağını bilmemek, bilse de aldırmamak. Harfleri, sayıları, sözcükleri ve bunların kayıtlı olduğu birtakım kağıtları, kitap diyoruz onlara, mülk diye değil miras diye saklamak. Hoca olmak, bir nev’i çocuk olmak, bazen genç olmak. Ama hiçbir zaman yaşlı olmamak. Rüyada yaşayan yaşlanmaz belki de hülyayla gezen genç kalır. Boratav'lardan Korkut Hoca işte, 82 genç yaşında, üniversite kapılarında bir öğrenci ruhuyla, direniş coşkusuyla.

Mülkiye demeden yazı bitmez, öyle deyince de Ece Ayhan’dan, Cemal Süreya’dan söz etmemek hiç olmaz, şiir ne işe yarar, teselli mi eder bilmiyorum ama, yazıyı kurtardığına hiç kuşku yok. Her zaman tam da bugünler için yazılmış dediğim Cemal Süreya şiiriyle selam gönderelim hocaları alınmış kürsülere, üniversitelere, barış için akademisyenlere, hocalara, gidenlere, kalanlara: “Biz kırıldık daha da kırılırız/Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü/Hırsız da bilmiyor çaldığını/Biz yeni bir hayatın acemileriyiz/Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor/Şiirimiz aşkımız yeniden/Son kötü günleri yaşıyoruz belki/İlk güzel günleri de yaşarız belki/Kekre bir şey var bu havada/Geçmişle gelecek arasında/Acıyla sevinç arasında/Öfkeyle bağış arasında/Biz kırıldık daha da kırılırız/Doğudan batıya bütün dünyada”.