Aile vakıflarıyla servet transferleri arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için rejimiyle, düzeniyle Nazarbayev ailesine bakmak lazım. Bizim hikâyenin giriş ve gelişme aşaması onunkiyle paralel. Finali niye farklı olsun?

Hokkabazların asıl mahareti
Rixos Beldibi’nin arazisi 2013’te Kazakistan’a, daha sonra yarı hissesi Nazarbayev vakfına en çok bağış yapan 3’lü çeteye geçti.

Ne vakit serveti tartışmalı bir siyasetçiden “hayır-hasenat, hizmet, sonumuz musalla taşı” türü kelimeler duyarsanız, İrlandalı yazar Laurence Sterne’ün bilinç akışı tekniğinin olağanüstü örneği sayılan, ‘Tristram Shandy: Beyefendi'nin Hayatı ve Görüşleri’ romanındaki şu cümleyi hatırlayın: “Böyle kelime oyunu yapan, yankesicilik bile yapar.”

Son günlerin vakıf tartışmaları da bunu hatırlatıyor. Devletin trilyon liralık kaynağıyla kurulamayan okulu, açılamayan yurdu, verilemeyen eğitimi; mesleksiz, sermayesiz aile mensupları vakıflarla beceriyor; memleketi aşıp dünyayı aydınlatıyor öyle mi! Ancak çocukları kandırabilen bir sokak hokkabazının numarası kadar etkileyici bir düşünce bu.

Oysa devletin kaynakları üzerinde tekelleşmiş bir zümre vakıflara merak sarıyorsa, orada daima daha incelikli bir ‘hokus-pokus’un döndüğünden şüphelenmek lazım. ‘Tek adam’ yönetimlerinin hâkim olduğu ülkelerde, siyasetçilerle ilgili son yıllarda açığa çıkarılan servet transferlerinin çoğunun merkezinde aile vakıfları bulunuyor çünkü. Bizim hikâyemizin nasıl biteceğini henüz bilmiyoruz. Ama giriş ve gelişme bölümü bize çok benzeyen başka bir hikâyenin sonunu yakın zamanda izledik. Görünürde eğitime adanmış dört aile vakfının finali, göz kamaştırıcı bir servete bağlandı: Bankalar, TV kanalları, milyarlarca dolar nakit, beş yıldızlı oteller, alışveriş merkezleri, golf sahaları, lüks mülkler, depolar ve hatta bir makarna fabrikası ile peyzaj şirketi. Hikâye, Kazakistan’ı yıllarca yönetmiş Nazarbayev ailesiyle ilgili. Küresel çaptaki off-shore skandallarını inceleyen araştırmacı gazetecilerin oluşturduğu medya konsorsiyumu (OCCRP) üç ay kadar önce, Nazarbayev ağının bir anatomisini çıkarabildi.

Nazarbayev’in uzun iktidarı boyunca özel hobisi aile vakıflarıydı. 2009’dan 2013’e kadar dört vakıf kuruldu. Öylesine iç içe geçmişlerdi ki, birbirinden ayırmak neredeyse imkânsızdı. Bağışçıların tamamı gizliydi. Kamu tarafından cömertçe desteklendikleri halde ne yıllık faaliyet raporu ne de finansal bilgi yayınlıyorlardı. Kazakistan medyasında eğitim, sosyal ve vatansever projelere imza attıklarına ilişkin parlak cümlelerle anılıyorlardı. Vakıfların faaliyet alanı özel okullar ve öğrenci yurtlarıydı. Kamu arazileri ve binaları tahsis ediliyor, merkezi bütçe ile kamu kuruluşlarından kaynak aktarılıyordu. Mesela kamu arazisi tahsis edilerek yüklü bir teşvikle 2010’da Nazarbayev Üniversitesi kurulmuştu. Bir diğerinin bünyesinde kreşlerden ilköğretim okullarına uzanan bir eğitim zinciri vardı. Ötekisi sürekli yurt açıyordu. Kamuoyuna yansıtılan tek mali bilgi, 10 yılda araştırma faaliyetleri, laboratuvar ekipmanı, öğrenci desteği ve diğer eğitim masrafları için 46,5 milyon dolar bağış toplandığıydı.

Nazarbayev’in iktidarı fiilen son bulduktan sonra birtakım bilgiler de ilk kez sızmaya başladı. Vakıf yöneticileri 2019 itibariyle ismini gizledikleri ‘yardımseverler’den toplam 1 milyar dolarlık kaynak sağladıklarını söylemek zorunda kaldılar. Olayı araştıran gazeteciler bir tanesinin kimliğini deşifre etti. Bu, Nazarbayev yönetiminde kamu ihaleleriyle zenginleşmiş oligarkların kontrol ettiği çok uluslu bir madencilik şirketi olan Avrasya Doğal Kaynaklar Şirketi'ydi. 2011'de 98 milyon dolar vermişti. Belli ki iktidarın kaynak dağıtım piramidinde bulunan daha pek çok şirket fon sağlıyordu. Vakfın tüzüğünde tek amacının eğitim misyonunu finanse etmek olduğu, bağışların buralara kullanıldığı belirtiliyordu. 2009’dan beri de yurt ve okul binaları hariç gelir getiren yatırımı resmen görünmüyordu. Ne var ki bu eğitim aygıtında göründüğünden fazlası olduğu ortaya çıkacaktı. Meğer iki vakıf, Pioneer Capital Invest adlı bir yatırım fonuna para aktarmış, fon da 30 milyon dolarlık sermayeyi ExpoCredit adlı bir Kazakistan bankasını satın almak için kullanmıştı. Sonrasında Pioneer Capital çılgın bir alışveriş turuna çıkıyor, Tsesnabank’ı ve zor durumdayken devlet yardımıyla kurtulmuş bir başka bankayı daha alıyordu. Üzerine bir e-ticaret platformu, depolar, alışveriş merkezleri ve makarna fabrikası eklemişti. Ayrıca Lüksemburg merkezli karmaşık şirket ilişkileri üzerinden Kazakistan’ın en büyük mobil operatöründe yüzde 24 hissesi bulunuyordu. Pioneer Capital’in varlıklarının toplam değeri ABD Hazine bonoları, Kırgız ve Kazak devlet tahvilleri ile 3,4 milyar dolar nakit olmak üzere 7,8 milyar doları buluyordu.

Nazarbayev sonrası işin rengi belli olmaya başladığında adına kurulu vakıf, Pioneer Capital'in yüzde 75'ini aldı. Vakıf yönetimi satın almasının tamamen gelirleri artırmaya dönük olduğunu, Nazarbayev'in varlıklar üzerinde mülkiyet hakkı bulunmadığını iddia etti. 2020'de aniden Pioneer Capital her şeyini Birleşik Krallık'ta kurulan Jusan Technologies adlı yeni bir holdingin bünyesine taşıyıverdi. Ertesi yıl QAZ42 Investment adlı gizemli bir şirket, Jusan Technologies'in bir kısım hissesini aldı. Şirketin arkasında kimin olduğu, hatta nerede kurulduğuna dair bir kayıt bulunamadı. Gazeteciler vakfın İngiltere bağlantısını incelediği sırada sadece bir belgede ismine rastlamıştı.

Tam olarak ortaya çıkarılamayan bir yapı bu hâlâ. Zira servetler lahanavari şirket yapıları vasıtasıyla küresel çapta seyahate çıkarılıyor, yüzlerce paravan yöneticinin emrindeki başka şirketlere bölünüyor, sonra başka bir yerde, başka hisse alışverişleriyle tekrar birleşiyor ve nihayetinde yatırımcıları “şirket sırrı” zırhına büründüğü “fon” tipi sermaye oluşumlarının içinde eriyor. O fonlar da dönüp servetin esas kaynağı olan ülkede veya başka yerlerde satın almalar gerçekleştiriyor. İşte vakıflar da çoğu zaman yöneticilerinin veya cömert bağışçılarının ticari ilişkileri üzerinden bu para havuzunun üzerinde bir gölge gibi belli belirsiz duruyorlar.

Buna rağmen vakıf ilişkilerinde kanıtlanan iki olay, servetin kamudan nasıl çekilip özel servete dönüştürüldüğünün öğretici birer örneği oldu. İlki; Eylül 2017'de açılan Nur-Sultan'ın merkezindeki St. Regis Astana. Marriott International'a ait lüks bir marka altında faaliyet gösteren otel, Kazakistan Kalkınma Bankası'ndan alınan 85 milyon dolarlık krediyle Turion Investment Group adlı Kazak şirketince inşa edilmişti. Hissedarlarından biri Nazarbayev'in damadıydı. Otel açıldıktan bir yıl sonra damadın payı Nazarbayev'in bir vakfına devredildi. Ardından yine hisseler damada ve eşine döndü. İkinci örnek bizimle alakalı. Başlı başına anlatılmayı hak eden çarpıcı bir hikâye daha esasında. Şimdilik özetleyelim.

1993’teki bir protokolle Antalya Beldibi’ndeki orman arazisi, dostluk göstergesi olarak Kazakistan Devleti’nin kullanımına tahsis edildi. Bir kısmına konuk evi yapıldı. 2000’lerin başında arazinin kalanı otel inşaatı için iki özel Kazak şirketine devredildi. 2004’te oraya Rixos Beldibi dikildi. Rezalet, 2013’te arazinin mülkiyeti tamamen Kazakistan’a verilip, imar planı turizm yatırımı olarak değiştirilerek kapatıldı. Otelin yarı hissesi daha sonra bizdeki 5’li çeteyi andıran Nazarbayev’in iktidarına yakın 3’lü yandaş oligark grubuna geçti. Bu 3’lü çete, Nazarbayev’in vakfının kurduğu üniversitenin en büyük bağışçılarındandı.

Yani Nazarbayev, sadece kurduğu rejimle ve etrafına kamu kaynakları ile ördüğü oligark düzeniyle bölgeye örnek olmadı; eğitime adanmış aile vakıflarıyla da bir prototipti.

Şimdi dönüp TÜRGEV, TÜGVA ve ABD’de kurulmuş TÜRKEN’in kendi sitelerinden üniversite, kreşten başlayıp ilkokul ve liseye uzanan eğitim zinciri ile yurtlar hakkındaki bilgileri okuyun lütfen. Kelimesi kelimesine yukarıdaki hikâyenin, sonucu hariç, aynısını göreceksiniz. Finali tahmin etmek için de Rixos’u, Kazak Doyen ailesi ile petrol-gaz ilişkilerini, Mansimov aracılığıyla yürütülen denizcilik faaliyetlerini, sıfırlamayı, kupon arazileri, MAN Adası’nı, aile vakıflarının yöneticilerinin, mütevelli heyetlerinin iş ilişkilerini, bağışçı ihale müptelası inşaatçıları vs. düşünün. Üzerine Katar fonlarının Türkiye hücumunu ekleyin…

Tabii tabii; her şey eğitim için!