“Biz kurtarma ekibiyiz, katil değil.”

CIA’in paralı askeri Dutch, Libya’daki operasyonlara neden katılmadığını soran arkadaşı Dillon’a böyle yanıt verir. Bunun üzerine, Dillon ve General arasında, “Tabii tabii!” anlamına gelebilecek alaycı bir bakışma olur.

Bu konuşma, vahşi ormanlarda gerillalar tarafından esir alınmış ‘devlet görevlileri’ni kurtarmak için bir Güney Amerika ülkesinde düzenlenen operasyonun anlatıldığı Predator/Av (1987) adlı filmde geçer. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden hemen önceki yıllarda yapılan ve öyküsü de aynı dönemde geçen film, tipik bir Reagan dönemi anlatısıdır: Dünyada pek çok kötülük vardır, ama neyse ki onlara karşı ABD de vardır!

Arnold Schwarzenegger’in canlandırdığı Dutch karakteri, Vietnam ve Afganistan’da da bulunmuş bir paralı asker olmasına rağmen, CIA’in derin devlet operasyonlarından pek hoşlanmıyor gibidir. Ama görev her şeyden önce geldiği ve dünya jandarmalığı bunu gerektirdiği için gerilla avındadır. Ormanın derinliklerine daldıkça, düşmanın çok daha korkunç bir şey, uzaylı bir varlık olduğu anlaşılacaktır.

Film baştan sona bir kas ve erkeklik gösterisidir. Bunun için sadece Schwarzenegger’in pazularıyla yetinilmiyor elbette; her sahnede görebileceğimiz erkek kardeşliği, askerlik arkadaşlığı ve kampta bulunan bir kadın üzerinden sunulan dişi güvenilmezliği, filmin bir testosteron bombası olmasını sağlar. Sonuç olarak Predator, hem sağcı hem de erkek-egemen bir ‘80ler hikâyesi’dir.

***

Dönemin ruhunu çok iyi yansıtan Predator o kadar başarılı oldu ki, üç yıl sonra Predator 2 (1990) yapıldı. Hollywood, ‘tür sineması’nı sadece ideolojik bir aygıt olarak kullanmaz, aynı zamanda bir ‘sinekten yağ çıkarma makinesi’ olarak da değerlendirir. Böylece, sonraki 20 yıl boyunca hem devam filmleri, hem de kısa filmler ve bilgisayar oyunlarıyla yürüyen çok büyük bir Predator piyasası oluştu: Dünyanın iki uzaylı canavarın savaş alanı olarak sunulduğu Alien vs. Predator (2004), Alien vs. Predator-Requiem (2007) ve ardından, başka bir gezegene giden insanların yine bu canavarla karşılaştığı Predators (2010) ortaya çıktı. 2018’de Predator tekrar dünyayı ziyaret etti.

Bu film ve oyunlarda Predator, içi kolayca boşaltılıp tekrar doldurulabilen ideolojik bir kap olarak kullanıldı. Başlangıçta katıksız bir vahşiliğin sembolüyken, sonraki anlatılarda çok ileri bir uygarlığın ‘mecburen vahşileşmiş’ bireyine dönüştü.

Ama Hollywood’un ideolojik söylem üretme becerilerini en iyi gösteren örnek 2022’de geldi: Prey.

Önceki anlatılarda ya şimdiki zamanda ya da gelecekte izlediğimiz Predator filmi, bu sefer Amerika kıtasının Avrupalılar tarafından kolonileştirildiği bir dönemde geçiyor: 1719 yılında, huzur içinde yaşayan bir Kızılderili kabilesi görüyoruz. Bu kabilenin kız çocuklarından Naru, çadıra kapanıp yemek yapmak ya da dikiş işleriyle uğraşmak yerine avlanmayı tercih ettiği için, yaşıtı erkeklerin zorbalığına maruz kalmaktadır. Ama hem Predator’un uzay gemisinin dünyaya düştüğünü gören, hem de sonraki olaylarda gözlem ve avcılık gücünü kanıtlayarak kabileyi kurtaran Naru olacaktır.

Böylece, 1987’de fazlasıyla maskülen ve neo-liberal bir film olarak yola çıkan Predator, 2022’de hem Avrupa sömürgeciliğine hem de erkek-egemen yapıya yönelik bir eleştirel bir anlatıya dönüşüyor. Dahası, 1987 versiyonuyla 2022 versiyonunun -ve aradaki diğer tüm filmlerin- senaryo yazarları da aynı: Jim Thomas ve John Thomas.

Thomas Kardeşler kariyerlerini neredeyse sadece Predator üstüne kurdukları için, bu filmlerdeki politik duruş ve değişimleri her şeyden önce senaristlerin 35 yıl boyunca toplumsal gelişmelerle birlikte olumlu yönde yaşadığı düşünsel değişimin göstergeleri olarak tanımlamak mümkün. Ama söz konusu üretim alanı Hollywood olunca, Dillon ve General arasındaki bakışmayı -’tabii canııım!’- yinelemek kaçınılmaz oluyor.