İnternette teknofobik filmler üzerine arama yaptığınızda karşılaşacağınız listelerin hemen hepsinde, Steven Spielberg’ün 2001 tarihli filmi A.I./Yapay Zeka’nın da anıldığını görürsünüz. Spielberg’ün Hollywood ideolojisine uygun biçimde pek çok muhafazakâr film yaptığı bir sır değil: Evdeki hâkimiyeti karısına kaptırdığı için film boyunca ezilen, nihayet bir ‘falluslar duellosu’nda erkekliğini kanıtlayan bir adamın hikâyesini anlatan Duel/Bela (1971) -ilk filmidir- sadece erkek-egemen değil, aynı zamanda kadın düşmanlığı da içeren bir filmdi. Jaws (1975), açılış sahnesinden itibaren kullanılan korku sineması trükleriyle -ilk sevişen kızın ölmesi vd.- tipik bir muhafazakâr anlatıydı. Jurassic Park (1993) ve Minority Report/Azınlık Raporu (2002) açıkça teknofobik yapımlardı. Yönetmenin özellikle Irak’ın işgali sırasında Bush yönetimine verdiği açık destekle birlikte anılması gereken en gerici filmi War of the Worlds/Dünyalar Savaşı (2005) hem teknofobik hem de zenofobikti (yabancı düşmanı).

Ama her biri bilim-kurgu sinemasında kilometre taşı olarak anılan Close Encounters of the Third Kind/Üçüncü Türden Yakınlaşmalar (1977), E.T. (1982) ve A.I./Yapay Zeka’nın (2001) teknofobiyle de zenofobiyle de alakası yoktur. Üçüncü Türden Yakınlaşmalar’da, o güne dek Hollywood’da üretilmiş ‘istilacı uzaylı’ ve ‘kasabasını cesurca koruyan yurtsever Amerikalı’ profili yerle bir edilmiştir. E.T.’de o güne dek görülmemiş derecede sevimli ve masum bir uzaylının kısa dünya seyahati anlatılırken, yabancı düşmanlığının eril ve politik boyutu açıkça vurgulanmıştır. Aşırı derecede insansı robotların hikâyelerinin anlatıldığı Yapay Zeka’daysa, insanın tanrıcılık oynarken ürettiği androidlerin kontrolden çıkması, kıyamet savaşını başlatmaya niyetli çılgın bilgisayar yazılımları gibi temel teknofobik kalıpların hiçbiri bulunmaz. Tam tersine, kendisi dışında hiçbir şeye saygı duymayan ve yaşam hakkı tanımayan bir insanlık kültürünün karşısında ayakta kalmaya çalışan robotların insanlardan daha insan -tarih boyunca binbir güçlükle geliştirdiğimiz hümanist değerler çerçevesinde ‘insan’- olduğunu görürüz. Robotlar bu filmde korku nesnesi olarak değil, özdeşleşme nesnesi olarak yer alır. Bu yüzden, Yapay Zeka’nın teknofobik bir anlatı olarak nitelenmesi kesinlikle yanlıştır.

Teknofobik film dediğiniz, geçen hafta gösterime giren M3GAN gibi olur! Bir bilim insanının başta kendi yeğeni olmak üzere çocuklara arkadaşlık etsin diye ürettiği insansı robotun, sahibi olan çocuğu korumak için epeyce Makyavelist bir yönelişle insan -tamamen anti-hümanist anlamda ‘insan’- olmayı öğrendiği M3GAN, seyircinin yapay zekâyla çalışan elektronik ev aletlerinin bile aslında birer ölüm makinesi olabileceği ihtimalini gözden kaçırmasına izin vermeyen, çok radikal bir teknofobik anlatı, çok gerici bir film.

Bir filmin teknofobik olması onu tek başına gerici yapmaz. Teknolojiyi totaliter iktidarların bir aracı, insanın doğaya ve kendisine yabancılaşmasının ideolojik aygıtlarından biri olarak niteleyen eleştirel ve ilerici olduğu söylenebilecek teknofobik anlatılar da var tarihte -Fritz Lang’ın müthiş filmi Metropolis (1927) veya Zamyatin’in distopik romanı Biz gibi… M3GAN’ı gerici yapan da sadece teknofobik duruşu değil, daha ürkütücü unsurlar var: Amacına ulaşmak için tuzaklar kuran, yalanlar söyleyen, cinayet işleyen bu kötülük abidesi, 1) Kız çocuğu görünümündedir; 2) Kız çocukları için yapılmıştır, 3) Bir kadın tarafından tasarlanmış ve üretilmiştir. Filmin dramatik akışında karşılaştığımız tüm felaket ve kötülüklerin nedeni de kadınlardır; kocasıyla gereksiz tartışmalara giren kadınlar, patronunu (erkeği) dinlemeyen kadınlar, aile kurumunu ve anneliği kutsamayan kadınlar, yaratıcısına karşı çıkan kadınlar…

***

Bu tür anlatılar, benim gibi ‘ilerlemeci tarih’ anlayışına sahip insanlar için daha da feci bir şeye dönüşüyor; 21. yüzyılın dünyasında hâlâ böyle senaryolar yazılabiliyor olmasının yarattığı o düş kırıklığı… Ama sonra, yaşadığımız ülkenin gerçeklerini anımsıyoruz, düş kırıklığını içimize gömerek susuyor, başka bir film izlemeye başlıyoruz.