Vogl, Tereddüt Üzerine adlı çalışmasını bir mesafe üzerine kurar. Bu mesafe metnin her ayrıntısına sirayet eder. Öyle ki, Vogl bunu sadece kuramına değil ele aldığı metinlere uygular. Bu işlem yazar ve metin arasındaki ilişkiyle ilgilidir

Homo Cunctans*

MURAT ÖZBEK

Alman düşünür Joseph Vogl’un çalışma hattı post-yapısal felsefesi ve modern Fransız felsefesiyle beraber bilginin tarihi ve teorisi, şiirbilim, 18. ve 20. yüzyıl arası söylem ve edebiyat tarihi hattında şekillenir. Vogl’un çalışmalarına bakıldığında kuramına yönelik çizdiği hattın ve bunun üzerine kurduğu dilin post yapısalcı bir güzergâhta ilerlediği dikkatleri çeker. Bu yazıda ise düşünürün Türkçedeki tek eseri olan, Metis Yayınları’ndan Çağdaş Tanyeri’nin çevirmiş olduğu -Tereddüt Üzerine- kitabını ele alacağız.

Freud ve Musa imgesi
Joseph Vogl, Tereddüt Üzerine isimli çalışmasını bir mesafe üzerine kurar. Bu mesafe metnin her ayrıntısına sirayet eder. Öyle ki, Vogl bunu sadece kuramına değil ele aldığı metinlere de uygular. Bu işlem yazar ve metin arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Vogl, kitabın girişinde Freud’un Michelangelo’nun Musa heykelini ele aldığı metni Freud’un olmaktan çıkarır; çünkü o, artık Musa heykelini inceleyen bir metindir. Aslında bu hem kendi içinde hem öncesi ve sonrasında bir bölünmeyi içerir: Bu, Vogl’un Freud okumasıdır ve sözkonusu okumaya imkân tanıyan Freud’un Musa okuması vardır elimizde. Blanchot, Son Sözcük isimli metninde yazar için; “henüz olmayandan artık varolmayana” tanımlaması yapar. Vogl’un kuramında ele aldığı tereddüt tam da böyle bir aralıkta meydana gelir. Tabii ki, Vogl örneklerini doğrudan eylem üzerinden verirken biz de bu yazar sıfatını Blanchot okuması üzerinden kişinin eylemi gerçekleştirdiği an aldığını ve o anın bizi doğrudan eyleme götürdüğünü gözden kaçırmayacağız. Dolayısıyla yazara ait bu tanımlamanın dramatikliği yazma ve ‘yazma eyleminin gerçekleşmesi’ arasında ortaya çıkar.

Vogl, Freud’un Musa okuması için şöyle der; “Freud’un Michelangelo üzerinden yaptığı Musa okuması sınır çizgisine sadece yaklaşmak ve ona şöyle bir dokunmakla yetinmiş, tıpkı bir eşikte konuşlanır gibi bu çizginin hemen önünde veya üstünde kalmayı tercih etmiştir…” Bu alıntıda savımızı destekleyen söylem “eşik”tir. Çünkü, Vogl için kişi eşikte karar almaya zorlanır. Bu karar alma durumunda eşik bir sınıra evirildiğinde karar verme trajediye dönüşür. Bir sonraki satır bu söylemi daha da güçlendirir: “insanın yasaya uygunluğu takip edip etmeyeceği, edecekse de bunu nasıl yapacağı konusunda beliren nomos’la ilgili bir kafa karışıklığıdır bu.” Vogl bu durumu Freud için çok fazla dillendirmez. Bu biraz ima şeklindedir ve üstü örtüktür. Ama Vogl’un temel meselesi nomos’ladır: yasa ve yasanın gerçekleşmesi. Kitabın ilerleyen bölümlerinde örnek verilen eylemler yasanın kendini dayattığı eylemlerdir

Potentia, eylem ve askılama
Burada kullanılan yasa, eylemselliği dayatmaz. Düşünür, bunu Aristoteles’in potentia kavramıyla açıklığa kavuşturur. Buradaki anlamıyla potentia (kapasite olarak çevirebiliriz.); olabilir de olmayabilir de. Zira bir eylem, olma kapasitesini barındırdığı kadar olmama kapasitesini de barındırır. Bu kapasiteyi ortaya çıkaran ise tereddüdün kendisidir. Aiskhylos’un Orestia üçlemesinde kilit mesele Apollun’un kehaneti etrafında şekillenir. Orestes anne katili olmadan önce “Ne yapmalı sevgili Pylades? Anne katili olmaktan caymalı mı?” ifadesiyle eylemini askıya alır. Askıya alma işleminde bir aralık belirir ki, tereddüt bu aralıkta açığa çıkar ve bu sorunun cevabı her ne kadar anne katili olmayla sonuçlansa da bunun aksinin ortaya çıkmış olma durumu da kapasite olarak mevcuttur her zaman. Orestia örneğini önemli kılan Apollon’un yasalarının kendini dayatmış olmasıdır. Orestes anne katili olmuştur ama annesini öldürmemiş olsa Apollun’un kehanetine karşı gelmiş olacaktır ki, bu durum da en az anne katili olmak kadar ağırdır. Bu olayın ağırlığı ve dramatikliği trajedide toplanır. Dolayısıyla potentia kavramı trajedide toplanan özgül ağırlıkları ayrıştırıp keşfedebilmek için müthiş bir olanaklar silsilesi sunmaktadır.

Eylemin dramatik önemsizliği
Tereddütle birlikte bir kriz açığa çıkmaktadır. Eylemin meydana geldiği dünya bu krizle boğuşmak zorunda kalır. Michelangelo’nun Musa imgesinde Musa, ihanet eden halkına öfkelenip kolunun altındaki yasa levhalarını fırlatmak için yeltendiği an içerisinde yakalanmıştır. O anda onu durduran, Musa’nın içinde bulunduğu dünyayı askıya alan bir şey olmuştur. Freud, Musa’nın kolunun altındaki yasaların onu durdurduğunu söyler. Bir afallama, ne yapacağını bilememe Musa’nın yaşadığı dünyanın dönmesini engeller. Michelangelo’nun Musa imgesini sunduğu anın içinde iki ihtimal mevcuttur: Musa levhaları ya fırlatacaktır ya da fırlatmayacaktır; ama bu iki ihtimal de iki ihtimalin arasında temerküz eden kriz anının koşullarına bağlıdır. (Buradan geçişimizi yapmadan önce bu ihtimallerin ikiyle sınırla kalamayabileceğini, bunun biraz da karşılıklı saiklere bağlı olduğunu belirtip bu savımızı kitapta Borges’in Yolları Çatallanan Bahçe eserinden yapılan alıntıyla güçlendirelim: “‘Diyelim mi Fang bir sır saklamaktadır; tanımadığı birisi kapısını çalar; Fang onu öldürmeye karar verir; Mümkün çözümler vardır tabii. Fang davetsiz misafiri öldürebilir, davetsiz misafirde Fang’ı; ikisi de kurtulabilir, ikisi de ölebilir vs.” bu alıntıda görüldüğü gibi tereddüdün karmaşık yapısında her şey mümkün olabilmektedir. Ama tereddüde dair asıl vurgulanmak istenen bir ikiliğe sıkışıp kalmanın asla söz konusu olmadığıdır.)


Eylemin iki haline de aradalık konumunda bekleyen potentia hükmeder. Dolayısıyla Vogl için eylemin dramatikliği önemsizliğinden gelir. Yazarın bu bakış açısı post-yapısalcı ontolojik metaforları çağırır. Özellikle Fransız post-yapısal hattı -ki zaten Vogl için post yapısalcı felsefenin kilit isimleri G. Deleuze, J. F. Loyotard gibi isimlerdir- “bir şey olmadan bir şey olma” gibi komplike bir mevcudiyet metafiziği sorgulaması yapar. Blanchot’nun Sonradan Sonsuz Yineleme metninde yabancı olmadan yabancı olmak, Ölüm Hükmü’nde yaşamsız yaşam işlemleri Vogl’un çalışmasında diyagonal ilişki ağında toplanır ve olabilecek her şey bir dilek şart kipine bağlanır. Bu kipte bir sapma, belirlenimden uzaklaşma, eşiğe varma ama eşiği sınıra evirdikten sonra sınırları silme söz konusu olur. Vogl, eyleminin dramatikliğine maruz kalacak kişi için; “Tereddüdün atletleri dünyadan ve katılımdan uzak, kahraman olmayan kahramanlardır.” der ve Kafka’dan şu alıntıyı yapar; “‘İnsani gelişmenin belirleyici anı ebedidir. (…) hiçbir şey olmamıştır henüz.’” Kuramın tümü ve bu alıntı bizi tereddüdün atıl tarafından uzaklaştırıp mevcutlar içinde henüz mevcut olmayanla uğraştırmaya zorlar.

*Tereddüt eden insan.