Mel Gibson’ın dehşetli filmi Apocalypto’da (2006), hikâyenin ideolojik ürkütücülüğünün zirveye çıktığı bölüm kurban sahnesi olsa gerek: Köyünüzde ailenizle mutlu mesut yaşarken, bir gün Aztekler tarafından kaçırılıyor ve çileli bir yolculuktan sonra kendinizi bir tapınağın tepesinde buluyorsunuz. Yüzlerce esirle birlikte, yavaş yavaş sunağa doğru ilerliyor, hemen önünüzdeki insan evladının nasıl kurban edildiğini izliyorsunuz. Elleri ve ayakları yardımcı rahipler tarafından sıkıca tutularak sunağa yatırılıyor, başrahip elindeki bıçakla göğsünü yarıp kalbini çıkarıyor. Henüz kan akışı ve bilinci sıfırlanmamış kurbanın gözlerinde dehşeti görüyorsunuz; vücuduna, canlılığına yapılan bu korkunç saldırı karşısında yaşadığı dehşeti… Sonra o kurban merdivenlerden aşağıya fırlatılırken sıra size geliyor.


Peki, tüm bu dehşet ne için? Kutsal için tabii ki! Güya her din barış ve sevgi dinidir –Aztekler’inkini dışarıda tutalım- ‘seveceksin’, ‘öldürmeyeceksin’ gibi emirleri vardır ya, ne işse, insanlığın en kötü anıları da bu kutsal inançlar sayesinde yaşanmıştır. Bir kutsal yüzünden bir bomba patlar, birileri çıkıp aslında bu kötülüklerin kutsalda bulunmadığını, bunun yorum farkından kaynaklandığını söyler. İşin kötüsü, o kutsala inananların en az yarısı o ‘kötü yorum’u benimsemektedir -Aztekler’i tekrar içeri alabiliriz!

***

İyilik ve kötülük, insan denen canlı türünün onbinlerce yıllık kültür tarihi boyunca birlikte ürettiği tümüyle insani kavramlardır; birine zulmetmenin kötü bir şey, zulümden uzak durmanın iyi bir şey olduğunu bu sayede biliriz. Ama insanlığın ‘homo-sanctus’ boyutuna geçtiğinizde işler değişir: Basit insani varoluşunuzla asla yapmayacağınız birçok kötülüğü kutsal uğruna yapabilirsiniz; kutsal için savaşlar başlatır, bedeninizi bombalarla donatıp kendinizle birlikte yüzlerce kişiyi katledebilir, bir gökdelene uçakla dalabilir, sizin gibi düşünmeyen ve kutsalınızı kutsal saymayan insanlara zulmedebilirsiniz. Bu kutsal öyle bir şeydir ki, sünnete uygun olacağı düşüncesiyle altı yaşındaki çocuğunuzu ana kucağından alıp ‘koca kucağı’na atabilir, böyle korkunç bir şey yapmış şeyhinizi mahkeme önlerinde tekbir getirerek yeniden kutsayabilirsiniz. Kutsalınız uğruna, doğadaki hiçbir canlının yapmayacağı bir vicdansızlık yapıp kendi yavrunuzu katletmeye bile razı olabilirsiniz –sadece oğlunun gırtlağına bıçağı dayayacak kadar kutsal peygamberler gelmesin aklınıza, ‘60larda benzer bir olay Erzincan’da olmuş, ‘kutsalına bağlı’ bir adam, adağı yüzünden yeni doğan bebeğini tanrıya kurban etmişti…

***

Kutsalınızın evrensel olduğunu savunurken, örneğin “dünyada 1,5 milyar insanın inandığı değerler” şeklinde söylemler üretirsiniz. Ama aynı dünyada, kendi kutsallarının ‘asıl kutsal’, sizin kutsalınızınsa ‘küfür’ olduğuna inanan daha çok sayıda insan olduğunu görmezden gelirsiniz. Ateist komedyen Ricky Gervais bunu, olabilecek en basit biçimde şöyle özetler: "Dünyada farklı yerlerde birilerinin inandığı 3000 değişik tanrı var. Sen bunlardan sadece birine inanıyor ve diğer 2999’unu reddediyorsun. Ben ise sana kıyasla bir fazla tanrıya daha inanmıyorum. Hepsi bu!"

***

Kutsal sadece tanrıyla ilintili olmadığı gibi -örneğin satanistler de kendi kutsalları olan şeytan için ayin düzenler- her zaman dinsel bir karakter de taşımaz: Irkınızı kutsallaştırırsınız, liderlerinizi kutsallaştırırsınız, dilinizi ve bayrağınızı kutsallaştırırsınız; her bir kutsallaştırmada kendinize yeni düşmanlar yaratırsınız. Bir şeye inanmanız sorun değildir, sorun o inancı kutsallaştırdığınız anda başlar, çünkü o andan itibaren, en basit haliyle doğadan ve insanlıktan uzaklaşma yolunda ilerlersiniz. Kutsalınız ne kadar fazlaysa insanlığınız o kadar az demektir. Çünkü ‘kutsalın insanı’ kendisinin ve diğer insanların değil, sadece inandığı kutsalın rızasını düşünür, normalde vazgeçmeyeceği birçok şeyden kutsalı için vazgeçip, normalde yürümeyeceği yollardan kutsalı uğruna yürüyebilir.

İlginç değil mi; taktığınızda görünüşünüzü değiştiren bir şapka için uzun uzun düşünürsünüz de, sizi diğerlerinden farklı bir insana dönüştüren kutsalınız hakkında bir an bile düşünmezsiniz. Çünkü bilinçdışınız çok iyi bilir ki, böyle bir düşünme süreci sizi ‘kutsaldışı’na kadar sürükleyebilir. Bu yüzden kutsal, düşünmeye değil inanmaya dayalıdır.

*’Homo-sanctus’un zulmünü 13 yıl önce de anlatmıştım. Homo-sanctus etkisi ne yazık ki hâlâ sürüyor. Ama neyse ki, ‘kutsal’ın hiçbir zaman nesnel olamayacağını, ancak kendi öznelliği içinde var olabileceğini, sonuç olarak ‘kutsallar’ın hiç de tüm insanlığın paylaştığı ortak değerler olmadığını bilen akılcı kuşaklar geliyor.