Geçen hafta eşkıyalık olgusunun, Anadolu direniş soyağacında önemli bir dal olduğunu söylemeye çalıştık...

Geçen hafta eşkıyalık olgusunun, Anadolu direniş soyağacında önemli bir dal olduğunu söylemeye çalıştık.
Bu dal içinde, Ege eşkıyalığı ayrı bir değiniyi hak ediyor.  Ege eşkıyalığı Eric Hobsbawm’ın “sosyal haydutluk” kavramını doğrulayan bir pek çok niteliği ve özelliği içinde taşır.  Konuyla ilgili Sabri Yetkin’in “Ege’de Eşkıyalık” adlı kitabı önemli bir başvuru kaynağıdır. (Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
 
17. Ve 18. yüzyılda Avrupa’da mutlakıyet yükselirken ve “ devlet inşası” hızla sürerken Osmanlı’da merkezi mutlakıyet zayıflıyor, yerel mutlakıyet güçleniyordu.  Merkezi devlete yönelik yaşanan Celali isyanlarının yerini bu kez yerel eşkıyalık alıyordu.
 
“Çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisine egemen olan  Avrupalı şirketler, belirli bir ihracat kültürünün geliştirmeyi tercih ettiler… Ege bölgesinin  büyük vadilerinin  ürünlerini taşıyan demiryollarının döşeli olduğu Ege limanının oynadığı rolü çok iyi anlatır. ( S. Yerasimos; Türkler; Doruk Y. Çev: Temel Keşoğlu)
      
İzmir merkezli ve Aydın’ın zenginliklerini Avrupa’ya aktaran bu ticari faaliyet eşkıyalığın da doğrudan dinamiklerindendir. 19. yüzyılın ikinci yarısından aktarılan bu tablodan bazı sonuçları kolayca çıkarabiliriz: Ticaretin gelişmesi, Aydın- İzmir demiryolu; zenginlik! Ancak, bu zenginlik, yatay değil, dikey bir zenginlik yaratmıştır. Her zaman olduğu gibi, üretenler, çalışanlar, köylüler  ilkel koşullarda ve çok yoksuldur.  Bu fotoğraftan fırlayıp ortaya çıkan Ege eşkıyaları özellikle 19. yüzyılın ilk yarısı ve 20. yüzyıl başında çokça görülmüştür.  
              
Egede görülen efelik, eşkıyalık olaylarının temelinde bu gelir eşitsizliği ve eşitsizliğin neden olduğu kişisel-toplumsal travmalar vardır.  Osmanlı’nın ekonomik teslimiyeti olan Duyun-u Umumiye idaresi uygulamasının tetiklediği tütün kaçakçılığı da ayrı bir kategoridir bu bahiste. 
 
Eşkıyalık gibi çetrefilli bir konuya değinirken, elbette toptancı bir yaklaşımla tüm eşkıyalık örneklerini peşinen bir yüceltme kastımız yoktur. Ancak, Anadolu ve özellikle Ege dolaylarında, güçlüye karşı eylemlerde bulunan sosyal haydutluk ile, sıradan çapulculuk aynı bağlamda ele alınmaz. Özetle, sosyal haydutluk Ege’de eşkıyalık olarak algılanır genellikle.
 
Haydutluk ve toplumsal coğrafi alan değerlendirmesinde bizden farklı bir örnek; 1600’lü yıllarda Osmanlı’ya isyan eden Katırcıoğlu, isyan sonrasında devletle anlaşmış, orduya katılmıştır. Girit seferinde birlikte at sürdükleri Osmanlı Paşası, onu aşağılamak ister. Eşkıyalığına vurgu için “Bu dağlarda iyi yol tutulur” der. Katırcıoğlu, “Tutulur tutulmasına da, lakin buralardan kervan işlemez!” 

Katırcıoğlu örneği de, Anadolu eşkıyalığının farklı bir yüzünü gösterir;  isyan ve uzlaşma. Önce isyan sonra devletle uyuşma. Bu, eşkıyalığın pek de iyi olmayan yüzüdür. Bu yüzü itibariyle halkımız “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” sözünü çok tutmuştur.

Karen Barkey , Eşkıyalar ve Devlet” adlı kitabında ( Tarih vakfı Yurt Y., Çev. Zeynep Altok) Hobsbawm’ın sosyal haydutluk yorumunu romantik bulur. Eşkıyalık bahsinde onun da farklı bir yaklaşımı vardır.
          
K. Barkey, Osmanlılarda, Çin ve Rusya’da 17 yy. sonrasını değerlendirirken, devlet oluşum süreci ilerlerken, kargaşalıkların arttığını belirtir. “… Bu imparatorlukların üçünde de devlet, denetim gücünü pekiştirmek için, toplumsal yapının bünyesinde üreyen yerel saldırganları kendisiyle bütünleştirmek zorunda kaldı. Kargaşa gibi görünen, aslında devlet kuruluşunun bir parçasıydı…” Genel olarak doğru olan bu saptama, Osmanlı özelinde bir yanlışlığı içeriyor; Sonuçlardan çıkarılan bir hüküm olarak, öznel koşullar bağlamında yanlış yerde duruyor. Yazarın doğru olan teorik çıkarımı ile bizim toplumsal pratiğimiz tam örtüşmüyor. Çünkü, bizde değinildiği türde eşkıyalık,  bir yönüyle bir çözülme ve yeni koşullara göre yeniden kurulamama sürecinin sonuçlarıydı.

Mülkiyet hırsızlıktır sözünden mülhem, çalmak, öldürmek bahsinde,  en büyük eşkıya devlet örgütlenmesidir. Ve eşkıyalık bahsi, başbakana bırakılmayacak denli derin bahistir vesselam!

Haftanın sözü; Hopa önce çayına suyuna sahip çıktı, sonra kanına ve canına!